Her cumartesi sabahı hazin bir
mutlulukla başlar. Yer elması salatası yer mesela nişantaşında bir kadın.
Peşinden koşup da yetişemediği otobüs, onun mutluluğunun hazin kısmıdır.
Ülkeleri birbirinden ayıran sınırlardır.
Bense sınırlar kalksın isterim. Ne zaman bir sınırı aşmaya çalışsam, bir asker
silahını şakaklarıma dayar. Tetiğe basmakla basmamak arasında tereddüttedir.
Ayı yavrusunu severken öldürürmüş. Benimkisi o hesap.
Biri elinden bir şey gelsin ister ama
hiçbir şey gelmediğinin farkındadır. Bir diğeri elinden bir şey gelmesini
isteyip istememek arasındadır. Ötekinin dünyadan haberi yok.
Herkesin herkesi bir köşeye attığı bu
dünyada, ben sevdiklerimin ellerinin arasından kayıp giderim. Ya da sevdiklerim
benim ellerimden kayıp giderler. İşte tam o sırada, tutar ellerimden gece
yarısı bir primadonna. Başımı dizlerine yatırır, saçlarımda bülbül yuvası…
Bense cumartesi gecelerini hiç sevmem.
Çünkü sabahı tatildir. Çünkü milletin azgın günüdür. Ve cumartesi geceleri çok
pis kokar.
Mesela ben sabahın erken vakti otobüsü
kaçıran kadınla nuruosmaniye’de ilk oturduğumuzda küçük bir kız çocuğunu
gösterip “şu kıza bak, mutluluk bu işte” demişim. Çocuk olmak sınır
koymamaktır, anlıyor musunuz abiler.
Sadri Alışık benim yerime konuşur
Efkarlıyım Abiler’de: “Herkesi kendim gibi sanıyorum saf mıyım neyim”. Anladım
ki sevmek ihanet etmektir herkesten, her şeyden önce kendine. Ve kimse kendine
ihanet etmek zorunda değildir.
Bunca sevmenin, bunca ihanetin, bunca
sessizliğin ortasında, en katıksız halimle çıktım en uzun bir yaz mevsimine.
Şimdi mevsim kıştır. Yazın yeşeren ağaçlar, yapraklarını dökmek zorundadır.
Şimdi gözlerimde gülümser bakışlarıyla
Primadonna… Tut ki, cumartesi gecesi değildir, tut ki mevsim yazdır, tut ki tek
suçumuz sevişmektir, tut ki sevişmek artık suç değildir…