Sevmeye
ramak kalmıştı ve sen yoksun. Akşam üzerleri gün batımında ellerin yok. İntihardan
kaskatı bir mevsim kara çalarken atlı arabaların, kirli menekşelerin, sisli
gökyüzlerin yok. Şimdi tuhaf sütunlar ülkesinde kına rengi çocuklar
görüyorsundur, kırmızı günlere uyandığın geçmişini unutup…
Belki
de yaşlanmamak için miladi takvime geçmişizdir. Ve görmemek için düşen
çocukları, hayat devam ediyor yalanını üretmişizdir. Oysa hayat devam etmiyor,
oysa hayat ölüyor. Diri diri yanıyor bu dünyada insanlar. Ve öyle alışmışız ki
buna, kimse yanık kokusu almıyor…
Mora
artık bir yarımadadır. İntihara meylederken göz kapaklarım, sessizce akıp
giderken ırmak; kırmızı, bir renk olmaktan daha fazlasıdır. Artık köyün
sosyeteleri sabahın 8’inde giderler AVM’ye. Kırmızı ruj sürdükleri için kırmızı
eşarp giyerler. İki saat kapıda AVM’nin açılmasını beklerler. AVM önlerinde ana
haber bültenleri yoktur…
Her
yıl aralıkta intihar eder bilirsin. Güze çalar simsiyah vagonlar demir yollarında.
İşte halep işte arşın! Kim ölçecek mesafeyi? Sözlerimiz mi? Ellerimiz mi?
Gitmediğimiz, gitmeyi düşünmediğimiz yollarımız mı? Gündüzleri de örtsün
gökyüzü, görünmesin çirkin yüzlerimiz.
Kaç
gecedir hiç güneş görmedim! Yorgunum, şairim ve şiirim yok. Yaşamak en büyük
yalanım. Korkudan kuzeye kaçarken güvercinler, şairim ve kalemim mürekkep damlatıyor.
Bir dilencinin ellerinde bayram ediyor paralar. Bir kelime… Tek kelime… Çıktı
çıkacak dilimin ucundan, susuyorum. Şairim çünkü konuşmayı bilmiyorum.
Böyle
yazacak beni gazeteler: Şiirsiz şair, dün gece… Yaşamak en büyük yalanıydı
diyecekler. Şairim, cesedimi teşhis edecek yok. Şairim üstelik şiirim yok. Bir
kelime… Tek kelime… Çıktı çıkacak yokuşun başını, vurdu vuracak hayatımı en
kuytu köşesinden. Ve susturacak saatleri: tik… tak… tik… vakit geç olmuş
diyecek birisi. Üstü örtülecek bütün yalanların. Susturulacak konuşma sırası
gelen. Unutulacak adımla birlikte ne varsa kaybolup giden…
Durul
İlhan durul denizler duruldu sen de durul