24 Mayıs 2014 Cumartesi

Pavyon Işıkları: Neriman'ın Ölümü

Kaymak Otel’in alt katındaki kerhanenin en kıyak kevaşesi Neriman, dudaklarına ruj damlamış kaldırımın kollarına tek dokunuşla kendini bıraktı. En kral ablaları tınlamadan şık bir duruşla şaplattığı çikleti ağzından çıkarıp, acısını bastırmak maksadıyla kalbindeki kırıklara yapıştırdı. Kahveder Büfe’nin gizli tezgahından arakladığı esrar kokusunu ciğerine nakşeden Pezo Terso, Neriman’ın gök kırmızı entarisini şarıldatan pavyon ışıklarının afili buğusunu seyre daldı. Aynasızların dümenlerine karşı köşe başında devriye gezen Erkete Teslim, Neriman’dan süzülen ucuz parfüm kokusunu damağına yapıştırdı. Otoyolun yol kısmında radyatör boşaltan sevici Mehtap, siyah cipe simsiyah uzanmış kodamanların Neriman’a abayı yakmış tavırlarına reçete yazdı.
Alemin ‘seni bu hayattan kurtaracağım’ isimli bakışına ‘ben bu hayata girerek o hayattan kurtuldum’ kahkahasıyla karşılık veren Neriman, köpek öldürenin tesiriyle pilota bağlamış Şarapçı Salvo’nun salvolarına aldırmadı. Ömrünü Neriman’ı dikizlemek yolunda heba eden Rontçu Göden, zamazingosuna verdiği ayarı bir çırpıda patlatıp inceden taksim çaldı. Gödenin geçtiği hüzzamın Neriman’da uyandırdığı arzuları bir çırpıda sezen Parlak Sağmal, biraz evvel burnuna doldurduğu kokoinin dozunu sallamadan, ruhundan aksettirdiği dörtlüğü Neriman’ın göğüs kafesine o biçim ütüledi. Alttan girip üstten çıkmaya çeyrek kala Neriman’ın eski kocası Santimci’nin geldiğini görüp derhal ikiledi. Sırtı dönük vaziyette en sevdiği ağacın gövdesine yaslanmış ölümünü bekleyen Neriman, Santimci’nin elinde tuttuğu sustalının soğukluğunu bedeninde değil, ruhunda hissetti. Racona terso bir duruma mahal vermeyi erkekliğine yediremeyen Pezo Terso, salıncakta biçimsiz sallanan Neriman’ın boynuna ölüm sebebini beyaz kağıda kalın puntoyla akıttı. Eski kocasının orospuluk namına işlediği cinayeti iplemeden dikizleyen Neriman’ın aşüfte dudaklarından üç kelime süzüldü: Ben orospu değilim.
Pezo Terso, pezoluğuna terso bir davranışla Neriman’ın sözlerini şerh ederek, tarihi bir vakıanın nesebi gayri sahih döllere ulaşmasına ant içmişçesine şu satırları fermanın alt köşesine zulaladı:
Parasız sevişen orospuların ruhundaki yırtık kıvrım, Neriman’ın ücrete tabi orospuluğunun yanında orospu çocuğu kalır.
Neriman’ın ölümünün verdiği ıstırabın yankısını işiten şehrin erkekleri, sapına kadar tutuldukları sıtma nöbetlerine ara verdi. Neriman’ın sallanan vücudu, kerhanenin üst katındaki Kaymak Otel’in temiz çamaşırlar bölümünden aşırılan bir battaniye ile örtüldü. Neriman’ın gök kırmızı entarisine bulanmış ucuz parfüm kokusu, heba olmasın, kafa yapsın diye Şarapçı Salvo’ya takdim edildi. Pavyon ışıkları söndürüldü. Kerhane kapısı mühürlendi. Erkete Teslim, teslim oldu. Sevici Mehtap’la taze aşka başlayan Rontçu Göden, bütün erkek milletinin duygularına tek cümlede tercümanlık yaptı:
Ah, ah, orospu olacaksan, Neriman gibi olacaksın.

11 Mayıs 2014 Pazar

Bir sabah metrobüsler yeşeriverdi; bir sabah baktık, bütün İstanbul yeşeriverdi


Sevmenin ve göz renklerinin sınırı yoktur…

Kanlıca sarayında yoğurt kokulu leylak desenli verev bir bakışı verev kesen kadın… Yürümüyor da niyet okuyor sanki Babıâli’nin yosun tutuşan kırmızı kaldırımlarında. Uzun topuklu keskin bıçaklı sarayburnu’nda (-n daima fazladır) kahvesine çay karıştırıyor diye elleri kelepçelenir bir şoförün sığınağı. Kurtarın beni isimli şarkıların atfedildiği binanın ikinci katında (amerikalılara göre birinci kattır) ufak pencere sarnıçlarına yakın bir çay daha kurutulur; kadın uzak iklimlerin sağanak yağmurudur…

Hangi elinizi yüzüme değdirseniz üç yüz altmış dereceye iner bir yılın bin günleri. Ve taze keklik kokusudur asitane’den yükselen “dem bu demdir” sesleri. Yakılır yakınların en gelecek zamanlı troleybüslerinde bir el, işaret parmağını ruhunuza yüceltir; çocukluk yargıçların sahte kimliğini gizleyen ayrıntılı testler boğazlar düğümleri; “siz var ya” der, “aslında siz değilsiniz”.

O vakit anlaşılır neden kınalıada’daki çakma sülüman muhteşem psiko-pat… ve neden bir mayıs girişi samsun’a gider atam, asker, üç tıraşlı çaylak… ve neden denenmeye müsait değildir çözülemeyen trafik sorunu mecidiye’nin…


Bir şarkı güzelliklerden mutluluklardan bahsediyorsa, oturur dinler ruhuma hicranımı söyleten kadın… Ve çantamın sırtıma değdiği yerde peynirli domatesli bir tost, limonu kenarında gül gibi oralet…

Bir Edebiyat Öğretmeni Etrafında Lokum Kıvamında Çifte Kavrulmuş Yazıdır


Gül gibi çocukları
Gelmemiş sabahtan okula

Kadın geceden ayartmış haylazları, “gül gibi çocuklar” demiş, “yarın sabah gül gibi gelin”. Sarı badanalı bir din kültürü öğretmenidir çantasına ‘sen anlamazsın’ döneminin ikinci sınav notlarını koyan, uzun ve metrobüs tıkalı bayrampaşa’da. “Deliler hastanesine yakın bir yerde Bakırköy isimli maceraperest ırmak, denize hangi şehirden dökülmelidir?” sorusuna cevaben “biz bilmeziz ürtmenim, bilen bilir” yazılmış. Coğrafya sıfır, biyoloji desen rengarenk…

Bir kanto sarayı vaktinden önce ötmüş çile bülbülün armağanı, “safranbolu’ndan (-n daima fazladır) lokum almak kaç liradan başlıyor hoca’nım” yazılı mektup… Hoca’nın cevabı ağır ve net: bir mısra iki beyit lira…

Anlatır kadın, ismet özel ikinci yeni toplumcu mudur, yoksa ikinci yeninin ikinci kuşağı mı... Bilinmez bir şiirde iki mısra yan yana gelirse tek mısra mı kabul edilir. Ve bir bakış ancak bu kadar güzel tarif edilir…


Bir şiir vaktinden çok önce yazılmışsa, vakitlice bir isyan anlamı taşır. Ve hoca’nım, onu evirir çevirir gül kokulu çocuklarına usulca anlatır: Şair burada, lys’nin önemine parmak basmakta çocuklar; yaşasın marmaray’a dökülen kınalı yumurcaklar; yaşasın cumhuriyet dönemi haluk’un tazecik defteri; yaşasın maveraünnehir’in mezapotamya’ya izdüşümü… Sahi, nazım hikmet neden rusya’da gömülü?