28 Ekim 2015 Çarşamba

"Seni Sevmek" Diyor Kadın ve Ekliyor

Seni sevmek diyor kadın ve ekliyor:
Sinemada yanında oturan adamın filmin en heyecanlı yerinde sahneye çıkması gibi bir şey… Bu adam şimdi yanımda oturmuyor muydu, ne vakit filmin en heyecanlı yerinde başrolü kaptı, diye düşünmek… Aniden sahneye çıkan adamın şaşkınlığına mı yanarsın, onu izlerken aldığın hazza mı? Bunun bir film olduğunu bilirsin ama gene de ağlarsın, gülersin, seversin. Onun gibi…
Sonra adam birdenbire filmden gider. Başrol oyuncusuyken, üstelik bu başrolü farkında olmadan ona sen vermişken, en heyecanlı yerinde gider. Filmden gitmekle kalmaz, biraz önce yanında oturan adamla bütünleşir, onu da alır götürür. Adam sinema salonundan çıkarken arkasından bakakalırsın. Filmi bırakmak istemezsin. Ama adamın peşinden de gitmek istersin. Adamın peşinden gitsen, sinema salonundaki tepkilerden korkarsın. Kalkarken önüne geçeceğin insanlar seni ayıplarlar. Filme gittiğini bilen arkadaşların filmin sonunu mutlaka sorarlar. Etrafındakiler yüzünden adamın peşinden gitmezsin ama aklın hep onda kalır. Ya filmi bırakıp bu adamın peşinden gitseydim ne olurdu? Akılda hep bu soru…

Film biter ve dışarı çıkarken adam hala dışarıda mıdır ve ben onu görebilecek miyim diye düşünürsün. Sokağa çıktığında birilerini ona benzetirsin. Onu görme umudundan ve ona dokunma isteğinden başka bir şey değildir bu. Aradan yıllar geçse bile kendini her sinema salonunda hayal ettiğinde “şimdi” dersin, “şimdi gitsem peşinden, bulabilir miyim onu hala bıraktığım yerde?” Aklının bir köşesinde yanında otururken yüzüne bile bakmadığın bu adamın nasıl birdenbire başrol olduğu ve nasıl filmin en heyecanlı yerinde seni ve filmi bırakıp gittiği… Ve keşke peşinden gitseydim pişmanlığı…

23 Ekim 2015 Cuma

Şair Leyla Sokağı

Ama sen, şiir nedir bilmezken… Nasıl oluyor da bir sokağa adın veriliyor, üstelik isminin başına “şair” sıfatı ekleniyor?

Pulp Fiction’da Uma Thurman’ın sigara tutuşunu andıran bir dokunuşla bardağa uzandı. Serçe parmağı diğerlerinden daha yukarıda olacak şekilde bardağı kavradı ve tek seferde yudumladı. Elindekini yere koymaksızın başını kaldırdı ve derin bir nefes salıp: “Şairler, dedi, şairler de böyle içer.”

Halbuki ne şair tanımıştı ne de kendini şair zanneden münşidleri. Kadındı ve biliyordu kendine gizem katmayı. Belki de haklıdır diye düşündüm. Belki de içmiştir Fuzuli de bu alevden, düşmüştür bu iksir ile Mecnun, Leyla’nın bana anlattığı o hale…

Paketimi çıkardım ve bir sigara yaktım. Gözlerimin önünde sevişen sigara dumanları Leyla’yı hayali bir sahra güzeli gibi gösteriyor ve ona daha dikkatli bakmamı sağlıyordu. Dikkatli bakıyordum çünkü yanıyordum. Yanıyordu çünkü bu sigaradan içenler, yanıyordu ve içine çekiyordu aşkın gecesini efkar ile ah ile…

Gece, yazdan kalma günlerin en sahicisiydi ve limana karşı oturup Çingeneler’in zurnalarından –bu klarnet de olabilir- çıkan yarı İtalyan müziği hengamesini dinlemenin en keyif verici anıydı. Adam “dil mil bilmem. Evde oturup İtalyan şarkıları dinlerim. Opera bile dinlerim ve bu sesleri enstrümanımla notasız da olsa çıkarmaya çalışırım.” dedikçe, -eskiden olsa buraya ben de enstrümanımla notalı notasız sesler çıkarırım gibi şeyler yazardım- o şûhun gözlerinden çağlayan gri dumanlar burnumdan ciğerlerime süzülüyor ve aşkın her halini ismin yönelme haline çeviriyordu, çünkü yöneliyordum ister istemez bu çift gözün simsiyah debdebesinde kendi ahvalimi görünce…

Genç Werther’in ölüme sürüklenişine şahit olanlar ya da bu vakayı romanlardan okuyanlar da gayet iyi bilirler ki –bu romanı müzik eşliğinde okuyan tanıdıklarım var. Nazan Öncel ve Levent Yüksel’den ve belki de Sezen Aksu’dan uzak duruyorlar- aşk adamı ölüme götürmez, insan ancak kendi kendini ölüme götürür ve buna çare yoktur. Ölüme değil, ölümüne yaşayanlar mezkur Çingene’nin çıkardığı birbirine zıt seslerin nasıl böyle ahenkle sarmaş dolaş hale geldiğini idrak edebilirler, desem bunu tarafsız bir gözle söylemiş olmam, çünkü yanımdaki kadın, köpeklerin kedileri en saçma sebeplerle kovalamasını dahi bana hoş bir şey izliyormuşum gibi hissettiriyordu. Ne de olsa kadındı ve biliyordu erkeğine güzel hissettirmeyi… 
Velhasıl Leyla tam karşımda duruyor ve ben onun için mehtabı yere seriyordum… Bir ara yağmur yağıyordu, sonrası iyilik güzellik…