Seni sevmek diyor kadın ve ekliyor:
Sinemada yanında oturan adamın filmin en heyecanlı
yerinde sahneye çıkması gibi bir şey… Bu adam şimdi yanımda oturmuyor muydu, ne
vakit filmin en heyecanlı yerinde başrolü kaptı, diye düşünmek… Aniden sahneye
çıkan adamın şaşkınlığına mı yanarsın, onu izlerken aldığın hazza mı? Bunun bir
film olduğunu bilirsin ama gene de ağlarsın, gülersin, seversin. Onun gibi…
Sonra adam birdenbire filmden gider. Başrol
oyuncusuyken, üstelik bu başrolü farkında olmadan ona sen vermişken, en
heyecanlı yerinde gider. Filmden gitmekle kalmaz, biraz önce yanında oturan
adamla bütünleşir, onu da alır götürür. Adam sinema salonundan çıkarken
arkasından bakakalırsın. Filmi bırakmak istemezsin. Ama adamın peşinden de
gitmek istersin. Adamın peşinden gitsen, sinema salonundaki tepkilerden
korkarsın. Kalkarken önüne geçeceğin insanlar seni ayıplarlar. Filme gittiğini
bilen arkadaşların filmin sonunu mutlaka sorarlar. Etrafındakiler yüzünden
adamın peşinden gitmezsin ama aklın hep onda kalır. Ya filmi bırakıp bu adamın
peşinden gitseydim ne olurdu? Akılda hep bu soru…
Film biter ve dışarı çıkarken adam hala dışarıda mıdır
ve ben onu görebilecek miyim diye düşünürsün. Sokağa çıktığında birilerini ona
benzetirsin. Onu görme umudundan ve ona dokunma isteğinden başka bir şey
değildir bu. Aradan yıllar geçse bile kendini her sinema salonunda hayal
ettiğinde “şimdi” dersin, “şimdi gitsem peşinden, bulabilir miyim onu hala
bıraktığım yerde?” Aklının bir köşesinde yanında otururken yüzüne bile
bakmadığın bu adamın nasıl birdenbire başrol olduğu ve nasıl filmin en
heyecanlı yerinde seni ve filmi bırakıp gittiği… Ve keşke peşinden gitseydim
pişmanlığı…