“Beni bilirsin, dedi, topladığım
elmaları hiç çekinmeden getirir buraya koyarım. Altına biraz saman ve elmaların
birbirine değmemesi için birkaç bi şeyler. Sahi, sen Sait Faik okumuş muydun?”
Sözlerini bitirirken başını çevirip bana
baktı. Her sorduğu sorunun ardından üç-beş saniye dönüp sorusunu yönelttiği
kişiye bakardı. Kasayı yere koydu. Ben kasanın içindeki elmalara bakıyordum.
Elmaların birbirine değmediğinden emin olmak gerekiyordu. Yoksa bunca çabanın
hiçbir anlamı olmazdı. Çünkü elmalar, birbirine değdiği anda çürümeye başlardı.
İnsanlar gibi…
“Hey, sana diyorum! Sait Faik okumuş
muydun?” dedi. Okumuştum elbet. Ama aklım elmalardaydı ve sorulan soru umurumda
değildi:
“Yer elmasını kaç metreden tanırsın?”
“Bilmem, iki, üç.”
“Amasya elmasını?”
“İki, üç.”
“Arap kızını?”
“Gerçek Arap kızı mı, elma mı?”
“Elma.”
“İki, üç.”
“Gala?”
“İki, üç.”
Eteğine doladığı önlüğü kaldırıp yüzünü
sildi. Nedensizce etrafa bakındı. Hangi elmayı sorsam iki üç metreden
tanıyacağını söylüyordu. Nerden biliyordu? Denemiş miydi? Amasya elmasını ve Gala’yı
iki üç metreden tanımasını anlardım. Ama Arap kızı’nı çok sık görmüyordu ki.
Peki ya yer elmasına ne demeli? Yer elması elma bile değildi. Papatyagillerden
bir bitkiydi ve elmayla yakından uzaktan ilgisi yoktu. Yani yalan konuşuyordu.
Göz göre göre aklımla alay ediyor, sorduğum her soruya bir cevap veriyordu. Her
konuda fikri olan diğer insanlar gibi…
“Sait Faik diyordun?”
“Evet, okudun mu hiç?”
“Evet! Sen?”
“Okudum tabi.”
“Bir sözü var biliyor musun?”
“Ne?”
“Sait Faik’e bir öykücüyle ilgili
görüşünü sorarlar. O da, ‘öyle öykücü mü olur, daha balık adlarını bilmiyor’
der.”
“Yani?”
“Bir şey yok.”
Ona, yer elmasının bir elma çeşidi
olmadığını söylemedim. Sait Faik’in sözünden anlamasını istedim. Anlamadı tabi.
İnsanlar, dolaylı yoldan övüldüklerinde bunu anlarlar. Yerildiklerinde ise
daima şüphe duyarlar. “Laf mı soktu şimdi bana” gibisinden. Derya’da ikisi de
yoktu: Ne övgü sevinci ne yergi şüphesi. Belki de yorgundu ve bunları düşünmeye
ayıracak vakit bulamamıştı. Ama bir gerçek vardı: Derya, bir kitaba ilk
sayfasından son sayfasına kadar satır satır göz gezdirmenin, onu okumak
olduğunu zannediyordu. Diğer insanlar gibi… Halbuki okumak, böyle miydi?
Kitabın 30. sayfasında kahramanın doğum tarihiyle ilgili bir ipucu, 90.
sayfasında hikayenin geçtiği reel zamanın hangi yıla denk geldiği ile ilgili
bir ipucu, 90. sayfadan 30. sayfaya dönüş, 115. sayfada bir başka ipucu,
126’dan 115’e dönüş… toplama, çıkarma, çarpma, bölme… Kahramanın yaşı bulunur.
Ve sürpriz: 201. sayfada yeni bir ipucu ve dön geriye, tekrar topla tekrar böl…
Sonuç? Kitap biter ve kahramanın yaşına, bir başka kahramanın yaşından
ulaşılır. Yapılan işlemler, en azından kahramanın yaşına ispat teşkil eder.
Derya bunları yapmış mıydı? Yoksa, daha ikinci sayfadan pat diye “Şermin 26
yaşındaydı” şeklinde kahramanın yaşını anında okuyucuya sunan romanlardan mı
besleniyordu? Bilmiyordum! Merak da etmiyordum! Sait Faik okumuştum ve yer
elmasının elma olmadığını biliyordum. Hepsi bu! Derya, geri dönüp elma
toplamaya gitti. Topladıkları arasında yer elması yoktu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder