27 Temmuz 2018 Cuma

Tütünümden Çıkan Bulutlar

Tutundum. Tutunmak fiili anlam kazandı. Ellerime kekik damlattım, taze böğürtlenler ve garip bir fuko sarkacı. Gemilerim trenlerinle birleşirken yeni açılan dolunaydan saçlarına gülümser kokular kuruttum. Gül renginde yeni bir yakamozdu yanakların, kahve desenli güzel martılar şarkılar ve deniz. Hiç demeden susup öylece biriktirirken sesimizi, kırmızı rüyalar ve malihülyalar ismini söyledi. İsminin söylendiği söylencelerden hissemi çıkardım. Bu yeni adımın ilk harfiydi. Ben yanlış bir yoldan geçerken gördüm en güzel gözlerini. Duraklar, manifaturalar ve boş kağıtlar anlam kazandı. Dahası senetler, bonolar, kredi kartları yitirdi anlamını. O an, o anlam, leylek lakırdıları, güvercin damlaları, hepsi birer surette görünüp isminin yerini kavradı. Kavramak fiili yeni bir anlam kazandı.

Ben şairliğin gökyüzünden ilhamsız inen yağmurlarını, yeni ve beyaz bulutlara meylederken tütünümü ve seni yanıma almadan yapamazdım. Dumanların ve gri okyanusların şakaklarında beyaz bir tül gibi açmadan semayı, tabiatın ve tüm diğer çiçeklerin bütüncül girdaplarına savrulamazdım. Beni saçlarımdan yaralasınlar bol kurşun sevenler. Kuşun kederini bir çırpıda sezen kanat çırpıcılar kilitlesin ellerimi. Taze baharlar yosunlar sersinler ellerine. Böyle uğuldasın uğuldayacaksa gökyüzü. Uçaklar, helikopterler ve jetler susturulsun. Susturulma sebebi olarak “kuşların sesini bastırıyordu da” yazılsın. Beyaz bir gelinlik de giydirilsin sonra, sevip kavuşamayanların manevi huzurunda. Giydirilsin ki sevip kavuşamamak anlam kazansın.

Gömleğimi çıkardım. Gömleğimi çıkarmak anlam kazandı. Kıtaların kurallarında bir eksiklik sezip bütün kara parçaları yeniden çizildi. Atlaslara elin değeli, bütün atlaslar değişti. Yuvarlak dünya yerine, “Dünya düzdür, o da Çarşamba ovasıdır” yazıldı. Çarşamba ovası metinden çıkarılıp “ellerin” kelimesi eklendi. Böylece ifade “dünya düzdür, o da ellerindir” şekline döndü. Gözlerinin yuvarlaklığı hesaba katılıp “dünyayla işimiz yok” sonucuna varıldı. Edilgen yapılı cümleler anlam kazandı.

Şimdi ben ceketini güneşte kurutan kuşlar adına her sokakta yürüyorum. İsminin geçtiği mısraların önüne taze kesilmiş bileğimi koyuyorum. Hayat bana yeni bir yaşam sunuyor. Sunulan yaşamı görüp seviniyorum. Dudaklarından bir ses ismimi söylüyor. İsmim bütün anlamlarını yitiriyor. Geriye bir tek sen kalıyorsun. Geriye bir tek sen kalmak anlam kazanıyor.

Böyle bir günde yeni ve türlü şarkılar söylüyorum: Sigaramın dumanı da dumanı... Bunca yıl sonra ergenliğime dönüş. Adının ilk harfi kadar sessizleşiyor gençliğim. Ben yürüyorum. Yürüdükçe anlam kazanıyorum.

14 Temmuz 2018 Cumartesi

"İlahi Morluk"


Padişahların gönlünü eğleyip sultanların yemini verdim. Hayat bana farklı seçenekler sunabilirdi. Yapmadı. Adımın geçtiği mısraların başına “soytarı” sıfatını layık gördü. Böylece yaşamak benim için fazladan bir anlam kazandı. Diğer soytarılardan farklıydım çünkü soytarı olduğumun bilincindeydim. Bu nedenle padişahların, siyasetçilerin ve sanatçıların makamına rahatça girip çıkabiliyordum.

Gene böyle bir gün –nasıl bir gün olduğu özenle belirtilmemiştir- Çakır’ın meyhanesinde demlenen iki abinin yanına gittim. Sadri Alışık ve Neşet Ertaş’ın…
“Hoş geldin mamalak” dediler.
“Hoş bulduk abiler” dedim, “ve fakat inceden bir türkü tuttursak da neşemizi bulsak. Yok ki soytarımız gönlümüzü eğlesin.
“Olur” dedi Neşet Abim ve başladılar söylemeye: “Dın dı dın dın, ilahi morluk, nedir bu zorluk”
“Bi dakika ustalar” dedim sözlerini keserek, “bu söylediğiniz türkü değil, çağını aşmış bir rock şarkısıdır”
“Kes ulan soytarı” dedi Sadri Alışık.
“Elleşme çocuğa” diye karşılık verdi Neşet Ertaş. “Mamalak” dedi, “piyasada var olabilmek için böyle şeyler yapmak gerekiyor. Kavır falan, sen daha iyi anlarsın.”
Piyasa kelimesini Neşet Ertaş’ın ağzına yakıştıramadım. Türkünün kavırını gördüm de rock’ın türkü versiyonunu ilk kez görüyordum. Yani bunca yıllık soytarıyım, böyle soytarılık görmemiştim.
“Öyleyse” dedim, “bırakın bu morluğu falan da ben size bir türkü çığırayım.”
“Olur” dediler. Başladım söylemeye:
“Dın dı dın dın, öpüyorsam ayrılığı gözünden, söküyorsam yüreğimi göğsümden…”
Sözümü kesti Sadri Alışık kahkahayla: “Ulan” dedi “soytarı ve de mamalak, şimdi faka bastın –fak basılan bir şeymiş o gün anladım- senin bu söylediğin türkü değil, özgün müziktir.”
“Özgünse sorun yok” dedim. “Orjinaliteden zarar gelmez.”
“Ha hay” dedi Neşet Ertaş. “Gene yaptın soytarılığını güldürdün beni mamalak. Öyleyse bırakıp piyasayı kendi dalgamıza bakalım ne dersiniz?”
“Olur” dedik. Ve başladık Neşet Ertaş’a kulak vermeye –kulak verilen bir şeydir, daha önceden biliyordum.
“Dın dı dın dın, Al şalım yeşil şalım da dünyayı dolaşalım, sen yağmur ol ben bulut, Maçka’da buluşalım, Maçka’da bu-lu…”

Ben Mamalak, Mamalaksoyka, soytarısıyım bu hayatın. Sizden farkım soytarılığımı ilan etmem ve bir soytarı gibi yaşamamdır. Ben ki son 30 senedir intihar etmedim hiç bilemem, ne dersiniz? İntihar karası bir efkarla ağışı göğe sazlarıyla birlikte, piyasa şarkılarını reddedip baba mirası türküyü sahiplenmesinden olabilir mi Neşet Baba’nın?