26 Temmuz 2014 Cumartesi

Af edersiniz, Kolumdan Yutup Çekebilir Misiniz?

Levrek yelkovanların taksim edildiği
Gölgenin en usturasız yerinde
Sıkar adabın uçkursuz deli fişekleri
Tak tak tak…
Gel de işin içinden çak
Saat yedi, tırnakları titrek
Uzadıya dinler nakarat çıktısı hayatın
Bandırılmış kozmik okyanusu ceset
Bir gram broşür sezgisi kaldırım
Örter doğmamış yaprak iniltisi
Hayvan zulmetin fecrine binaen
Çekimsiz yer çimenlerini ezer
Bir iki adımla basıp geçip
Muazzez kenar mahalleye solist
Kapar gözleri bal taşı hicrine
Kimse şey sürmez baş tarafı şeysine
Ben sen ve öteki verir
Kafa baş ne varsa elde
Şey yapalım der
Şey…
Ne idüğü belirsiz
Fuzuli bir şarkıdır şimdi
Nakaratı uzun

Güftesi yersiz.

22 Temmuz 2014 Salı

hep sen sevin diye, gülümse, mutlu ol diye...

bir yalın şarkısının içinde gibiyim bir haftadır... dün sabah erken uyandım, gittim sana güller aldım mutlu ol diye! sonsuz ol diye! diye diye...

müzeyyen'e bişiler çiziktirdim ama dedim mora'ya bakar asıl... ve aylar süren sessizliğimi; yazamazlığımı senin için şevkle bozdum...

bir zamanlar buralara nasıl da yazardık... hele geçen yıl, işe ilk başladığın zamanlar, sen hep çook erken uyanırdın, kahvaltı, kahve eşliğinde bilgisayarı açardın. biz de sen uyanınca sevin diye mora'ya geceden yazı koyardık...

o günlerin hevesiyle yazılmış bir yazı bu da! hani sen o mora'da yazı bulduğun sabahların sevincini nasıl anlatıyordun. mora'ya açayım dedim, ama nasıl olsa yeni bir şey yoktur diye, öylesine, neredeyse vazgeçecek gibi... ama bir de baktım!

evet ebi, bu sabah bir de bakacaksın, aylardır gıkı çıkmayan mora, bülbül kesilmiş, senden bahsediyor!
iyi ki doğdun demenin türlü hallerini arıyor, bulamıyor, sözü renkli balonlara bırakıyor!


Kalabalık Dağıldığında Geriye Kalan’dan…

gözlerimiz değme dostluk filmlerine taş çektirsin yeter,
kutlamayı neyleyim…

Ben şimdi burada, senin doğum gününe dair, bildiğim ne kadar edebi cümle varsa yazabilirdim. En içten dileklerimi, en dıştan gülümsemelerimi, birlikte sohbet ederken içtiğimiz oraletleri, o oraletin yanında gelen limonu… Kariye’nin Kariye olmadığını, Kariye’nin başka bir mana teşkil ettiğini…
Dahası, cümlelerimi gök cisimlerinin olağan hareketlerine olağandışı anlatımlar katarak sürdürebilirdim. Mehtabın dolunaydan coğrafi bir hamleyle sıyrılıp gelmesine rağmen, sarhoşların –yani rakı içicilerin- keyiflerine keyif katmak amacıyla ona bambaşka manalar yüklemesi gibi, ben de ay ışığı kutsiyetinde yorumlamalar yapıp mevzuyu doğum gününün en kutlu hallerine bağlayabilirdim…
Yağmurun roman havası tadında dökülüşünü, güneşin Hicran Yine Hicran eşliğinde kayboluşunu, suya düşen izmaritin cosss sesiyle sönüşünü –yazar burada, izmaritini suya fırlatmış, izmarit en okkalısından cosss sesi çıkarmıştır- senin doğum gününle ilişkilendirebilirdim…
Bununla da yetinmez, senin doğumundan kendi doğumuma ilişkin notlar çıkarıp, nice benzerlikler ve de güzellikler bulup, her insanın ortak kaderini bize özel gibi göstererek yüzünde bir gülümseme uyandırabilirdim… Sen doğduğunda ben beş aylıktım der, nice anlatırdım o beş aylık zaman diliminde neler olduğunu, neden önce benim sonra senin doğduğunu, Mora’nın yarımada olmadığını, ama yarımada’nın Mora olduğunu…
Cebimdeki kül tablamı klavyeme döküp, gerçek ya da sürreal nice okunası repliklerimi senin doğum günün için sıralayabilirdim. Annesi petrol denizleri tarafından katledilmiş yavru bir martı bulup, en kralından kedi gülümsememle ona uçmayı öğretebilirdim. Aramızdaki kilometreleri santim santim ölçer, sırf mesafeyi daha uzun göstermek için santimetre cinsinden hesaplamalar yapar, genç kişinin acıları adı altında özlem dolu cümleler kurabilirdim…
Ya da oturup sorardım hatırlıyor musun’la başlayıp birlikte yaşadığımız onca şeyi… Etkileşimin katkılaşım hallerini, Sarayburnu minareler ve Haliç’i, Kız taşından sola dönüldüğünde gözükmeyen eczaneyi, dostluğun –den halini, senin gözlerini, seni neden bu kadar sevdiğimi…
Hatta yeryüzündeki milyarlarca insanın yaptığını yapıp, sırf ortam şenlensin, mevzu güzelleşsin türünden saçma kutlamalar bile hazırlayabilirdim. Yüzüme sahte gülüş ifadeleri eklerdim, senin “doğum gününü kutlayan” olurdum, sen kutlandığınla kalırdın…
Hiç beceremem sanma, doğum günü üzerine türlü psikolojik izaha bile girebilirdim… Psikolojide umduğunu bulamayan adam rolüme sadık kalıp felsefeye meyledebilirdim. Miladi doğum günlerinin gerçeği yansıtmadığını, koca karı takviminin dahi yansıtmadığını, Avrupai bir milletin neden ikinci bir takvim kullanmaya muhtaç olduğunu…
Sonra da üzerime düşen vazifemi yaptım, ben ne kıyak arkadaşım, ortam şenlendi, mevzu güzelleşti, oh ne rahatım diye düşünüp, bir köşeye çekilip, kendi meseleme dalabilirdim…
Yapmadım…
Yapmazdım…
Neden biliyor musun?
Ben şimdi bu sayfaya hiçbir şey yazmasam, sen gene de içimden geçen her şeyi anlıyorsun ya, işte ben bu hali çok seviyorum Ebi… Doğum günün kutlu olsun… Ya da kutlu günün doğum olsun falan…

Hep mutlu ol, hep gül e mi…