gözlerimiz değme dostluk filmlerine
taş çektirsin yeter,
kutlamayı neyleyim…
Ben şimdi burada, senin
doğum gününe dair, bildiğim ne kadar edebi cümle varsa yazabilirdim. En içten
dileklerimi, en dıştan gülümsemelerimi, birlikte sohbet ederken içtiğimiz
oraletleri, o oraletin yanında gelen limonu… Kariye’nin Kariye olmadığını,
Kariye’nin başka bir mana teşkil ettiğini…
Dahası, cümlelerimi gök
cisimlerinin olağan hareketlerine olağandışı anlatımlar katarak
sürdürebilirdim. Mehtabın dolunaydan coğrafi bir hamleyle sıyrılıp gelmesine
rağmen, sarhoşların –yani rakı içicilerin- keyiflerine keyif katmak amacıyla
ona bambaşka manalar yüklemesi gibi, ben de ay ışığı kutsiyetinde yorumlamalar
yapıp mevzuyu doğum gününün en kutlu hallerine bağlayabilirdim…
Yağmurun roman havası
tadında dökülüşünü, güneşin Hicran Yine Hicran eşliğinde kayboluşunu, suya
düşen izmaritin cosss sesiyle sönüşünü –yazar burada, izmaritini suya
fırlatmış, izmarit en okkalısından cosss sesi çıkarmıştır- senin doğum gününle
ilişkilendirebilirdim…
Bununla da yetinmez,
senin doğumundan kendi doğumuma ilişkin notlar çıkarıp, nice benzerlikler ve de
güzellikler bulup, her insanın ortak kaderini bize özel gibi göstererek yüzünde
bir gülümseme uyandırabilirdim… Sen doğduğunda ben beş aylıktım der, nice
anlatırdım o beş aylık zaman diliminde neler olduğunu, neden önce benim sonra
senin doğduğunu, Mora’nın yarımada olmadığını, ama yarımada’nın Mora olduğunu…
Cebimdeki kül tablamı
klavyeme döküp, gerçek ya da sürreal nice okunası repliklerimi senin doğum
günün için sıralayabilirdim. Annesi petrol denizleri tarafından katledilmiş
yavru bir martı bulup, en kralından kedi gülümsememle ona uçmayı
öğretebilirdim. Aramızdaki kilometreleri santim santim ölçer, sırf mesafeyi
daha uzun göstermek için santimetre cinsinden hesaplamalar yapar, genç kişinin
acıları adı altında özlem dolu cümleler kurabilirdim…
Ya da oturup sorardım
hatırlıyor musun’la başlayıp birlikte yaşadığımız onca şeyi… Etkileşimin
katkılaşım hallerini, Sarayburnu minareler ve Haliç’i, Kız taşından sola
dönüldüğünde gözükmeyen eczaneyi, dostluğun –den halini, senin gözlerini, seni
neden bu kadar sevdiğimi…
Hatta yeryüzündeki
milyarlarca insanın yaptığını yapıp, sırf ortam şenlensin, mevzu güzelleşsin
türünden saçma kutlamalar bile hazırlayabilirdim. Yüzüme sahte gülüş ifadeleri
eklerdim, senin “doğum gününü kutlayan” olurdum, sen kutlandığınla kalırdın…
Hiç beceremem sanma, doğum
günü üzerine türlü psikolojik izaha bile girebilirdim… Psikolojide umduğunu
bulamayan adam rolüme sadık kalıp felsefeye meyledebilirdim. Miladi doğum günlerinin
gerçeği yansıtmadığını, koca karı takviminin dahi yansıtmadığını, Avrupai bir
milletin neden ikinci bir takvim kullanmaya muhtaç olduğunu…
Sonra da üzerime düşen
vazifemi yaptım, ben ne kıyak arkadaşım, ortam şenlendi, mevzu güzelleşti, oh
ne rahatım diye düşünüp, bir köşeye çekilip, kendi meseleme dalabilirdim…
Yapmadım…
Yapmazdım…
Neden biliyor musun?
Ben şimdi bu sayfaya
hiçbir şey yazmasam, sen gene de içimden geçen her şeyi anlıyorsun ya, işte ben
bu hali çok seviyorum Ebi… Doğum günün kutlu olsun… Ya da kutlu günün doğum
olsun falan…
Hep mutlu ol, hep gül e
mi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder