25 Nisan 2015 Cumartesi

Adı Angel

Siz bir kasımpatı aşığısınız anladım
ondan bütün menekşe korkularınız papatya yanmalarınız

Angel’le karşılaşma:

Kirli kokuların sarmal dehlizlerinde gökkuşağı desenli kaldırıma geçip, düş kızartıcı gülümsemenizle leylak güzelliğinizi ruhuma işlediniz. Karşımdaydınız ve karşımda olmanız her çağda kasımpatı aşklarına meylettiğinizin işaretiydi. Sütten kesilmiş çocuk tüysüz ve şapkasız sesiyle lafa girdi: “Siz adım angel diyorsunuz mavi tişörtünüz var alıp mavi tişörtünüzü beyaz tuvallere çiziyorsunuz.” Kesme taşların ve gazellerin buğusuna bulanık bir nefes salıp üç kere adınızı söylediniz. Ben adınız angel mi dedim ama neden bir çoban kadar sesiniz hiç gitar çalamam ben.

Angel’le konuştuklarımız:

Sen böyle her gece ıslak yasemin kokusu giyerdin angel. Ellerin Bâkî gazelinden bir beyit… Bin yıllık geçmişi tek kelimeyle özetlerdin. Bu binyıl başka binyıllara benzemez, alıp çeyizime koymalı derdin. Hem sonra ne gerek var şiirler şairler için değil miydi. Mısralar dilinde 16. asrın manolya padişahı. Oturup angel resimleri çizerdin mavi tişörtünü beyaz kaktüsleri. Madam Bovary’i Matmazel Noraliya’yı Annabel Lee’yi ve oturup külkedisini saatlerce dinlerdin.
Unuttum angel, her şeyi unuttum. Seni bile unuttum, görünce de tanıyamadım zaten…

Angel’le sustuklarımız:

Gözlerine baksam o çocuğu görebilir miyim angel. Hani o masum çocuk… Orta ikide okul ikincisi olmuştu da herkes şaşırmıştı. Böyle sussak bir iki dakika, bu çocuk böyle dakikalarca sussa der misin? Ben S’nin önünden de geçmiştim ama hiç böyle olmamıştım. Yalancı baharın taze pınarlarına merhem sürmek istemez misin?

Angel’le bakıştıklarımız:

İş eğitimi dersini hatırladın mı angel. Hani ben N için tokat yemiştim de benimle birlikte esnemiştin. Sonra kalkıp izin istemiştin yanıma oturmuştun gülüşmüştük. Hep böyle başlamamış mıydı zaten bütün menekşe korkularımız papatya yanmalarımız. Eski aşık şehzade resimlerimiz şişe çevirmelerimiz çağın yabancısı güvercinlerimiz. Biliyor musun angel, bizim fen bilgimiz bu yüzden zayıf.

Angel’in çevresinde olup bitenler:

O borazan sesli taksi sarı, teybinde çalan sezen aksu şarkısı, aldırış etmeden hışımla geçti şehrimizden: “Kız seni yerler yerler.” Çağın yabancısı güvercinler, kırlangıçların akşamüzeri otlandığı park, adın siyah-beyaz bir mürekkeple paralanır: Adınız angel miydi angel’in ey ıslak hali. “Yeni bir balıkçı açılmış gidelim akşam” renginde ses tonuyla adını sanını bilmediğim o kadın göz ucuyla süzdü seni: Mavi Helen. “Ah o gemide ben de olsaydım” bakışlı ergen, hukuk fakültesinde kadınlara nasıl yaklaşılması gerektiği konulu dersleri astığına o gün ilk kez pişman oldu: Ben sigara dumanının altında… Ve gözleriniz, yıllar sonra gördüğü bu çocuğu kalbinizin siyah yerinden bir anlığına çıkarıp yepyeni bir imge misali dünyaya savurdu: Seni konuştuk bir iki defa B ile…

B’nin insanlık tarihine kattığı gizem:

Bilirsin, ben B’ye seni anlatır dururum. Bir iki defa görmüş seni. Ben anlattıkça o da ben de sana aşık olduk. Seninle konuşmuştu hani hatırlarsan. Sen benden büyüksün demiştin. Ben de senden büyüktüm ve çok kızmıştım sana. Sonra şişe çevirmiştik ve tek hayalimi söylemiştim. Sen de “bu iş olmaz” demiştin. İşte o gün seni neden sevdiğimi anlamıştım. Neden diye sorma, çok zaman geçti üzerinden…

Angel’in söylediklerine susmuşluğumdur:

Bizim sohbetimizde reklam yoktur angel. Yaşanıp geçilmek üzere kurgulanmıştır her şey. Hani ben T’nin kolundayken, daha önce hiçbir kadında görmediğim o bakışı yapmıştın ya bana. Hani ben o zaman dünyadaki kadınların kadın olduğunu senin gözlerinden anlamıştım. Şimdi sıraya girsek, sağ baştan saysak, sen en sonda olsan, sıra sana gelinceye kadar heyecanlansam, bütün isimleri unutsam, hani sırf heyecan olsun diye… Bir daha karşıma çıkma angel…

Angel’in “siz” olup gidişi:

Anladım Y mahallesinin sola sapınca varılan evleri ve konaklarında adınız hâlâ Helen
K yolunun ıslak pazartesilerinde söylediğiniz bestelerin ruhu ikimizin yeri
Sorsam kızar mısınız ya da bildiğim o cevabı verirsiniz misiniz beni mi çok sevdiniz babaannenizi mi
Gergef kırlangıçların hangi mevsime yakıştığını gözlerinizden yukarı tek seferde resmettiniz
Ve yürüdünüz, yürüyüp E köprüsünün bisikletlere ayrılan yolundan yalnız adımlarınızla ve ince hayalinizle salınıp geçtiniz…

18 Nisan 2015 Cumartesi

Yazar Yaz Gelince Adını Leyland

Hangi bir yerini güzelim hangi bir yerini… Gözlerin desem, yaban iklimlerimin tazecik güneşi. Ellerin desem, ansızın gelir konar zabıtsız limanlarıma. Omuzların desem, en çok da omuzların, arşınlar dizginlerimi bahardan koparılma ıslak bir yazla. Sonra sesin gelir uzaklardan, gel de seni tanıma, gel de seni sevme derim. Bir girdap gibi savrulur aklım başım, bilirim. Galibi gene biz olalım bu savaşın. Meltemle yıkanmış çiçeklerle karşılık verelim demirden güllelere. Ve bir bakışınla yakalım ne varsa ızdıraba dair. Hangi bir bakışın güzelim hangi bir bakışın. Yakamoz gecelerinde nevruz desenli mavi Helen. Dalgalar eşliğinde kıvrak sütunlu Kleopatra. Şimdi sen söyle, çekmediğimiz klip kaldı mı Tarkan şarkılarına… 

1 Nisan 2015 Çarşamba

Tik, Tak, Tik, Saat Geç Olmuş

Toplayın ulan tasınızı tarağınızı, Madagaskar’a kuş sütü içmeye gidiyoruz. Koçum benim, yakışırrr… Bizim mahallede havaalanı yok Madam, uçuş nereye? Siz de mi börtü böcek görme merakında ve de görünen köyün en kıyak kılavuzunda konaklama telaşındasınız? Yoksa gözleriniz “yar bana bir eğlence” türünden içli iç çekişlerine mi meyyal? Dudağınızın kenarında spagetti kalmış, çek bakayım içine, ooohhh, kuzey hangi yönde kalıyor Madam?

Cilalı milalı naylon porselen takımlarından pabuç yapmış da, hangi erkeğin sırtından vursam diye bakıyormuş Matmazel. Söyleyin bana, başını göğsümüze koysak da mı uyutsak, sigara böreği sarsak da mı uyandırsak? Yorgo’nun bel kemiklerinde ince ağrılar var Madam, gece yarısı tavan arası gezmelerinde aysberg’e toslamış. Yoksa o da bilir bizim gibi bitirim hallerini.

Hey yavrum hey, diye bağırır, parlıyor ulan gözlerin, daha ne olsun diye haykırırsın he madam. Al sana gözün alası, koy kenara, lazım olur.

O değil de madam, sizin de sesiniz tonlu şarkılarda hicazkara meylediyor mu? Fettan gözlerinizin arasında taze kıvrak danslar ve de en okkalısından uçur beni yargo türünden nidalar. Ah be madam, son ganyanda yatan abiler gibiyiz, hani biliyoruz tutmayacağını ama oynuyoruz gene de.

Komiserim, her gece eğlence, her gece başka bir işkembe. Biz ne bilelim matmazel’in havaalansız pistlerde havalanacağını? Hem neme lazım bizim bu tür gezmezlerde tarağımız yoktur. Deyimimize saldırmayın, okkalı dokunaklıdır. Hı?

Çek bi Letonya madam. Olmadı Madagaskar yolcusuyuz. Yağlı mağlı filinta gibi adamımdır. Tersten bakana aşk, yekten geçene meşk olsun. Sahi, sizin oralarda da dilberleri derebeylerine mi kiralıyorlar madam? Bu aralar kullan at kadınlar meşhur olmuş. Tıraştan mıdır nedir, yanaklarım kızarıyor, dokunmaz mısınız?

Ulan ben demedim mi köşeyi dönünce solda diye, nedir yani bu gökyüzü merakı. Hani bilsem, yelkovan mıydı büyük olan akrep mi, ona göre cevap vereceğim. Yoksa siz hala komiserimin bıyığından çekmediniz mi? Komiserim, bize yol göster. Kadın halleri de vardır beyimizin. Ohhh, mis gibi, sahi, sol ne taraftaydı?

Şimdi bir şey sorup kenara çekileceğim. Elinizin arkasında sakladığınız şey nedir madam? Belki kıvrak manevralar yapar, pabucumu dama atarsınız. Hadi bi cevap, bize ezberlemediğimiz şarkı sözü gibi olsun. Yok yok, siz de var bir haller. Öğrenmeden uyumam.

Komiserim, bizi gözaltında 24 saat tutabilir misiniz? Mahallemize pist yaptırıp gondolla tatile gideceğiz. Toplanın ulan ahali, bu gece Madagaskar’da Sindirella var, kesin zamanı ileri saracacak.

Abicim, biz Mualla’yla evlenecektik. Türlü şarkılar söyleyip kıyak melodiler çekecektik. Saatleri tek tek kaldırıp odanın her yerine resmimizi döşeyecek-tik, tak, tik, saat geç olmuş.

Yani, her ne kadar okuduğu romanı ya da gördüğü filmi anlatan kadınlardan hazzetmesek de, köşe başlarını tutar, havanın kararmasını bekler, kalbimizi küt küt titretirdik. Gece iklimlerine bağışıklık kazanır, sabah akşam Barlas dinlerdik. Gökten üç elma düşse, üçü de bize düşerdi. Çayır çimen böğürtlen toplar, kerli ferli kadınlardan geçerdik. Yağan yağmur şehri temizler, dilimize o ince nağmeleri dizerdik: Kız öyle gezme, ince basma, adından söz edilir…

Sonra takıp ceketimizi omzumuza, hey yavrum hey.