4 Mart 2017 Cumartesi

Kış Mevsiminde Yazılmış Bir Sonbahar Yazısıdır

Mevlam ayrılık vermesin
Gökte uçan kuşa Leylam
Gökte uçan kuşa verilmeyen ayrılık. Bize değil, sevdiklerimize değil, insanlara değil; gökte uçan kuşa. Kuşlara bile verilmeyen ayrılık… Göçmen kuşlara, göçmeyen kuşlara… Onca şiir, onca şair, değme imge, değme metafor hiç kalır yanında. Klasik şairler, modern şairler, bir halk türküsünün sözlerinde erir. Ben de buradayım diye bağırır anonim bir ses:
Ölüm Allah’ın emri de
Şu ayrılık olmasaydı
Kalp titrer, dil susar, gözler alabildiğine enginleşir. Mekan ortadan kalkar, zaman kaybolur. Gurbet, memleketi olanlara aittir. Memleketi olmayanın gurbeti olmaz. Onun bile kıymeti bilinmelidir. Hani diyor ya Mevlana: “Hangi ilahi aşk anlaşılmış, hangi fani akılla.” Onun gibi bir şey işte. Nefes alır verirsin. Tarih ilerler, saat yerinde durur. Her sonbahar, bir kış mevsimine mahkumdur.

Eylül…
“İki kere doğmayan cennete giremez” der Gaybî. “Müminler ölmez” diye karşılık verir Bursevî… Hiç ummadığın bir anda aklına düşer bütün çocuksu kanmaların, bütün uslu yalanların. Neşet Ertaş dinlediği belli bir şarkıcı mikrofonu alır eline ve “sezgi’nin bir dilsiz râvî olduğunu buldum” diye çıkışır. Dilsiz râvî; dilsiz rivayet eden; “sezgi-rivayet-hadis”… Bulanık mı? Her şey mi bulanık? Köpüklerin silindiği an, denizin masmavi olduğu andır. Bir meyvede çekirdeği ve bir çekirdekte bütün meyveleri görürsün. Adına eşya denen hiçbir şeyin olmadığını, bu dünyada baki kalanın hoş bir sada olduğunu, o sesin öldükten sonra da duyulacağını, dünyanın ses gibi baki kalmayacağını, fani dünyada baki sesin nasıl kalacağını anlarsın. Anlarsın ama anlatamazsın. Kelimeler yetmez. Sezgi dilsiz bir râvîdir artık. Göz görmez, kulak duymaz. Temizse kalp, ancak o zaman hissedilir.

Ekim…
Prometheus’un ciğerini yer kartallar. Yer ve ciğer yenilenir. Yenildikçe yenilenir… İnsan yanar, yandıkça derisi yenilenir. Yenilendikçe yanar, yandıkça yenilenir. Prometeus mu? Antik Yunan mı? Cehennem mi? Yalnızca hayatı dolu dolu yaşayanlar yorulunca kenara çekilmezler. Hayatı yaşamak, dolu dolu… Gezerek mi, tozarak mı? Hazzın bin türlüsünü tadarak mı? Yoksa Yunus gibi mi? Çiçeklerle iyi geçinerek, gülü incitmeyerek mi? Ve kenara çekilmek nedir? Dünyadan el etek çekmek mi? Durulmak mı? Yolda olmak nedir? Yürümek mi? Yaşamak mı? Sizin “yaşamak”tan anladığınızla benimki aynı mı? Günlerden Pazartesiyse ve “üç gün sonra buluşalım” dersem, Perşembe mi buluşacağız, Cuma mı? Üçüncü gün mü, aradan üç gün geçtikten sonra mı? Cevaplarımız aynı olacak mı? Yeni ve kısık bir sesle söze girer Yunus: “Adımız miskindir bizim”. Yahu tembel değil, meskenet diye bir şey duymadınız mı?

Kasım
İntihara bir ay kala hayattan son bir nefes çalar mevsim. Sizin “pastırma yazı” dediğiniz sıcaklığa, biz “kainatın ölümden önceki efkarı” adını veririz. Efkardır, sıcaklatır. Efkardır, terletir. Son kez çiçek açar yediverenler. Son ve en lezzetli meyveleri verir. Yüzlerinde her şeyi olduğu gibi kabul edenlerin tebessümü… Tatları da hazları da bu dünyaya ait değildir. Yanlış yoldan gidenler, meyvelerin yoldan çekildiklerini zannederler. Halbuki meyvelerin yolunda, yoldan çekilmek yoktur. Çünkü onlardır hayatı dolu dolu yaşayanlar ve yorulduklarında yoldan çekilmeyenler. Çünkü onların yolunda yorulmak yoktur. Mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa. Bu söz yazılmış en büyük ütopya değil de nedir? Ayrılık yok, yani dert yok, yani keder yok. Yalnız sevmek var, sevmekten başka bir duygu yok. Yediverenlerin, meyvelerin, çekirdeklerin dergahında. Ağaçlar bize, onları sulama imkanı verir. Eylemi gerçekleştiren insan değil, ağaçtır, meyvedir, çekirdektir. Ve tevazularından bunu asla söylememişlerdir.

Sonbahar’ın Ölümü

Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Her ölüm erken ölümdür. Ama bazı ölümler daha bir erken sanki. Bazı ölümler ise ölüm bile değildir, düğündür, bayramdır, vuslattır. Ayrılık sonrası dönüş heyecanıdır. Doğumdur, iyiliktir, güzelliktir. Biçilirken gök ekinler, onlarla bir damla yaş dökmektir. “Gidiyorum elveda” değil, “gidiyorum, merhaba” demektir. Sonda söyleneni başa almak; “çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali”ni kurmak gibidir. Sizden “gidiyorum”; sana geliyorum, “merhaba” gibidir. Kalanın değilse de, gidenin gönlü hoş gibidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder