Mevlam ayrılık vermesin
Gökte uçan kuşa Leylam
Gökte uçan kuşa verilmeyen ayrılık. Bize
değil, sevdiklerimize değil, insanlara değil; gökte uçan kuşa. Kuşlara bile
verilmeyen ayrılık… Göçmen kuşlara, göçmeyen kuşlara… Onca şiir, onca şair,
değme imge, değme metafor hiç kalır yanında. Klasik şairler, modern şairler,
bir halk türküsünün sözlerinde erir. Ben de buradayım diye bağırır anonim bir
ses:
Ölüm Allah’ın emri de
Şu ayrılık olmasaydı
Kalp titrer, dil susar, gözler
alabildiğine enginleşir. Mekan ortadan kalkar, zaman kaybolur. Gurbet,
memleketi olanlara aittir. Memleketi olmayanın gurbeti olmaz. Onun bile kıymeti
bilinmelidir. Hani diyor ya Mevlana: “Hangi ilahi aşk anlaşılmış, hangi fani
akılla.” Onun gibi bir şey işte. Nefes alır verirsin. Tarih ilerler, saat
yerinde durur. Her sonbahar, bir kış mevsimine mahkumdur.
Eylül…
“İki kere doğmayan cennete giremez” der
Gaybî. “Müminler ölmez” diye karşılık verir Bursevî… Hiç ummadığın bir anda
aklına düşer bütün çocuksu kanmaların, bütün uslu yalanların. Neşet Ertaş
dinlediği belli bir şarkıcı mikrofonu alır eline ve “sezgi’nin bir dilsiz râvî
olduğunu buldum” diye çıkışır. Dilsiz râvî; dilsiz rivayet eden;
“sezgi-rivayet-hadis”… Bulanık mı? Her şey mi bulanık? Köpüklerin silindiği an,
denizin masmavi olduğu andır. Bir meyvede çekirdeği ve bir çekirdekte bütün
meyveleri görürsün. Adına eşya denen hiçbir şeyin olmadığını, bu dünyada baki
kalanın hoş bir sada olduğunu, o sesin öldükten sonra da duyulacağını, dünyanın
ses gibi baki kalmayacağını, fani dünyada baki sesin nasıl kalacağını anlarsın.
Anlarsın ama anlatamazsın. Kelimeler yetmez. Sezgi dilsiz bir râvîdir artık.
Göz görmez, kulak duymaz. Temizse kalp, ancak o zaman hissedilir.
Ekim…
Prometheus’un ciğerini yer kartallar. Yer
ve ciğer yenilenir. Yenildikçe yenilenir… İnsan yanar, yandıkça derisi
yenilenir. Yenilendikçe yanar, yandıkça yenilenir. Prometeus mu? Antik Yunan
mı? Cehennem mi? Yalnızca hayatı dolu dolu yaşayanlar yorulunca kenara
çekilmezler. Hayatı yaşamak, dolu dolu… Gezerek mi, tozarak mı? Hazzın bin
türlüsünü tadarak mı? Yoksa Yunus gibi mi? Çiçeklerle iyi geçinerek, gülü
incitmeyerek mi? Ve kenara çekilmek nedir? Dünyadan el etek çekmek mi? Durulmak
mı? Yolda olmak nedir? Yürümek mi? Yaşamak mı? Sizin “yaşamak”tan anladığınızla
benimki aynı mı? Günlerden Pazartesiyse ve “üç gün sonra buluşalım” dersem,
Perşembe mi buluşacağız, Cuma mı? Üçüncü gün mü, aradan üç gün geçtikten sonra
mı? Cevaplarımız aynı olacak mı? Yeni ve kısık bir sesle söze girer Yunus:
“Adımız miskindir bizim”. Yahu tembel değil, meskenet diye bir şey duymadınız
mı?
Kasım
İntihara bir ay kala hayattan son bir
nefes çalar mevsim. Sizin “pastırma yazı” dediğiniz sıcaklığa, biz “kainatın
ölümden önceki efkarı” adını veririz. Efkardır, sıcaklatır. Efkardır, terletir.
Son kez çiçek açar yediverenler. Son ve en lezzetli meyveleri verir. Yüzlerinde
her şeyi olduğu gibi kabul edenlerin tebessümü… Tatları da hazları da bu
dünyaya ait değildir. Yanlış yoldan gidenler, meyvelerin yoldan çekildiklerini
zannederler. Halbuki meyvelerin yolunda, yoldan çekilmek yoktur. Çünkü onlardır
hayatı dolu dolu yaşayanlar ve yorulduklarında yoldan çekilmeyenler. Çünkü
onların yolunda yorulmak yoktur. Mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa. Bu
söz yazılmış en büyük ütopya değil de nedir? Ayrılık yok, yani dert yok, yani
keder yok. Yalnız sevmek var, sevmekten başka bir duygu yok. Yediverenlerin,
meyvelerin, çekirdeklerin dergahında. Ağaçlar bize, onları sulama imkanı verir.
Eylemi gerçekleştiren insan değil, ağaçtır, meyvedir, çekirdektir. Ve
tevazularından bunu asla söylememişlerdir.
Sonbahar’ın Ölümü
Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Her ölüm erken ölümdür. Ama bazı ölümler
daha bir erken sanki. Bazı ölümler ise ölüm bile değildir, düğündür, bayramdır,
vuslattır. Ayrılık sonrası dönüş heyecanıdır. Doğumdur, iyiliktir, güzelliktir.
Biçilirken gök ekinler, onlarla bir damla yaş dökmektir. “Gidiyorum elveda”
değil, “gidiyorum, merhaba” demektir. Sonda söyleneni başa almak; “çok şükür
diyerek yeniden başlamanın hayali”ni kurmak gibidir. Sizden “gidiyorum”; sana
geliyorum, “merhaba” gibidir. Kalanın değilse de, gidenin gönlü hoş gibidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder