27 Mayıs 2021 Perşembe

Bütün Yanmışlıklardan Geriye

Şimdi sen burada değilsin ya. Gözlerimden fişek gibi gençliğim ölür. Dalgalar böğrüme böğrüme çarpar. Radyoda eski bir halk türküsü ölür.

Sen burada değilsin ya. Demokrasi intihar eder. Katlim fermanım olur. Sırtımı yaslarım dağlarına. Dağların meskenim olur. Çaresiz bir eşkıya ölür.

Hain pusudur, vakit gecedir.

Tut ki kaldırım taşlarına adım yazılmıştır. Tut ki sebebim olmuş kanım damlamıştır. Adını söyleyemem. Adın ciğerime yazılmıştır. Kancık pusudur, vakit sabaha karşıdır.

Oy ben ölem ben ölem. Ciğer parem gönül yarem ben ölem. Bağlamam parmağımı kesmiştir. Oy ben ölem can ben ölem.

Bulutlardan söz etmeyi sevmem bilirsin. Kekik damlatıp gece kirpiklerime, yazgımı beklerim dağ yamaçlarında. Sen yoksun ya. Irmaklar çağlamaz. Dinginleşir kurtlar. Etraf çakallara kalır.

Issızlık fena yorar adamı. Yalnızlık inceden yutar. Yavaş ve sessiz olur ölüm. Oy gülüm gülüm. Can gülüm gülüm.

Beni al. Beni yargıla. Ellerimden ıslak bir bez parçası gibi tut, bırakma. Düşmesin yere hatıram. Düşmesin değmeden tırnaklarına.

Vakit tamam. Tütün bitmiş, bıçak bilenmiştir. Hainler birbirlerini ispiyonluyor. İhanet, çatılan kaşların emanetidir.

Vakit tamam. Gece bitmiştir. Gün ağır ağır aydınlanıyor. Silkeleniyor uyuyanlar. Yol uzun. Otomobil hazırlanıyor.

Tut ki hudut karakolu. Tut ki gümrükte nöbet değişimi. Tut ki şehir terk edilmiştir.

Göğsüm hızlı atıyor. Kekik kokuları yayıyor etrafa. İsmimi duymak an meselesi. Sen burada yoksun. Vakit tamam. Gün doğmuştur. Karakolun telefonları çınlıyor. Ciğerimi yakan bir silah sesi.

14 Mart 2021 Pazar

AZADE

Şehrin gürgen kıskacından şiirler yazdım sana. Bir uzak sayfanın seyrinde sıtma nöbetlerinden kurtulman için. Tenine ve kulağına gelen sesin sağından yürü benimle. Irmakların ve kestane çiçeklerinin yamacından uzat elini. Beni sana sevdirecek her yolu öğret. Gir alabildiğine uzanan denizlerimin çarşaf serinliğine.

Ben belki o zaman büyürüm hatırın için. Seni sevmeyi öğrenmenin heyecanıyla kaçar uykum. Sesim, şiirim alnımda bir güzellik teşkil eder. Senin alnına bir önderlik bir yol sunar çizgilerim. Yolunu kaybetme korkunda yok olur gider böylece. Hayat bize sonunu bildiğimiz yollar gösterir. Parmak ucunda o zaman belki ben beliririm.

Her türlü dertten azade, yürürüz hayalinde gölgemizin. Yaprakları yeşillenirken hayatın yeni bir şarkı bestelenir. Ey yarım asırlık okyanuslara güz giydiren bahar. Beni dünyanın kuzeyinde vakitlice bir başkaldırının ortasında bırak. Ve yolumu aşka çıkar. Ben de geçerim böylece köprüsünden hayatın. Duyarım serinliğini kuş cıvıltılarının.

25 Eylül 2020 Cuma

Fabrikanın da Yolları Var

“Sen daima o içli adamsın” dedi madam eleni, “hiç öyle yüzüne gülücük kondurdun diye neşeli göründüğünü sanma”. Trenler… rayları… yırtarak… geçti.

Paydos zili çaldığında eteklerini yokladı, sesin sihrine kapılıp eteklerinin de zili çalar mı diye… Çalmadı.

Sevdiği adamı getirdi gözlerinin önüne. Yakışıklı, boylu poslu, fabrika çıkışında onu karşılayacak kadar centilmen. Etrafına bakındı. Sevdiği adamın centilmen olmadığını anladı.

Parlement’in buğusuna telefon numarasını yazdı. Olur da biri arar, telefonu açarken “bir tanıdık arıyor galiba” diye heyecanlanabilmek için. Yalnızlık fenaydı.

“Sende kendimi görüyorum” diyordu vaktiyle genç olan yaşlı bir zat. Bu yüzden başarısız olmak zorundaydı. Çünkü yaşlı adam da başarısızdı ve onunla tek iletişim yöntemi buydu. “Sende kendimi görüyorum genç adam. Ben de senin gibi senaryo yazıp para kazanmak için yapımcılarla görüşürdüm.”

Filminin çekilmekte olduğunu söylemedi. Onunla ilişkisini kesmek istemiyordu.

Ağzında kahkahalarla dün ilan-ı aşk eden erkeği anlatıyordu fabrikadan çıkan işçilerden biri. Şöyle dedi, böyle dedi… Sırf o anki mutluluğunu tekrar yaşamak için kullanıyordu kelimeleri. Bu, onun çürüyüş biçimiydi.

“Muhakkak bir delilik yapmalı” diye bağırıyordu bir başka ses. Erkekti. Bıyıkları üst dudağının üzerindeydi. “İnsiyaki hareket etmeli” diyordu “ama nasıl?” Diğerleri cevap vermedi.

Parlementin son cefasını da çektikten sonra sefa sürmek üzere adımını yola uzattı. Tam bu sırada karşıdan gelen yakışıklı bir adamla bakıştı. Yüreği ve ciğeri pare pare oldu. “af edersiniz” diye söze başlayacak, “siz de bana ilk görüşte bir şey hissettiniz mi? Bir şey, ne olduğunu anlayamadığım bir şey.”

“Evet bayan hissettim, domatesin kabuğunun menemen yerken ağıza gelmesi gibi bir şey değil mi?” diye karşılık alırsa mahvolacaktı. Adımını attı, bekledi. O beklerken belki yakışıklı adam gelip bir şey söylerdi. Gelmedi.

Fabrika işçilerinden birisi olanca sesiyle haykırdı:

“Seni seviyorum Süheyla. Bu fabrikadan bir devri kapatarak çıkıyorum. Cesaret! Aşka kara yazı yazılmaz Süheyla. Adının ilk harfinin kıvrımlarına nakşettim aşkımı. Bütün klasik eserleri okudum. Modernizmi aştım. Postmodernizmde yapısökümle geldim sana. Süheyla. Boş verelim fabrikaya. Bir defter bir kalem alalım, şiir yazalım. Adımıza özel, akrostiş. E mi Süheyla. He mi Süheyla?”

Süheyla’nın cevabını duymak için bekledi. Süheyla “he” demedi. “Biraz düşüneyim” dedi. “Birkaç gün müsaade et” dedi. Süheyla’dan şair olamayacağını anladı. Hayatlarından birkaç gün eksildi. Eksik birkaç gün yaşadılar ya da birkaç gün eksik yaşadılar aşklarını. Sonradan duydu, evlenmişler. Nikahta keramet varmış. Mutluymuşlar.

“Hayal aleminde yaşıyorsun, uyan deli kızım uyan” dedi annesi.

“Yok anne” diye karşılık verdi. “Dalmışım da. Gözüme bir şey kaçmış. Şey… Ne olduğunu anlayamadığım bir şey.”

 

Trinaynaynam!

Sokaklarda yalnız yürünmüyor abi! Köşe başları yalnız dönülmüyor. Hep onu saklıyorum içimde. Onunla geziyorum gezegeni. Pozitif enerji diye evrene onu gönderiyorum. Martılar bu duruma anlam veremiyorlar.

 

Ben aslında delikanlı adamım abi. Nükleer denemeler fiyakamı bozuyor. Evlerden içeri radyasyon sızıyor. Bu işe çok kafa takıyorum. Biraz içimi boşaltmam gerek.

 

Beni biraz dinler misin abi? Parası neyse vereceğim. Biliyorum kızıyorsun bana. Ondan bahsederken konu nasıl nükleere geldi diyorsun. Napayım abi, mevzu o olunca kafam karışıyor. Hemen yanımda sanıyorum onu. Radyasyon dediğim kafamın uçması.

 

Sen bilmiyorsun abi. Kulakların duymamış böyle şeyler. Yüz yüze gelince anlatırım her şeyi. Boş gemiler yapıp yollarım kara sularına. Denizde bile o geliyor aklıma. Erken ıslatıyor bizi akdeniz. Ve uçurumun kıyısında parlement kuyruğu.

 

Ulan insan kaç defa özler? Abi, demeyi unuttum bu sefer. İdare et be abi. Kafam karıştı gene. Aklıma geldi benimkisi. Gidip bakayım en iyisi.

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Balinalara Özgürlük!

Ama ben seni tarlalarından kokladım. Hiç anlattığın gibi çiçeklerin yoktu. Yanaklarındaki allar gıda boyası mı? Yoksa sesine gülücük mü kondurdun?

Ama ben senin girdaplarında dolandım. Beni içine çeken anaforların yoktu. Hiç söylediğin gibi değildi yokuşların. Çıkmak çok kolaydı, çok kolaydı.

Ferhunde ablalar da bana katılıyor. Karşı komşudan haber yok aylardır. Kiracının kedisi de pek tatlı. Seni andıran şeyler bunlar, yıllardır.

Yoksa ben biraz kafa mı açıyorum? İnan ki bu defa çirkeflik yapmıyorum. Adı leyla olanlara, adı mualla olanlara davrandığım gibi davranıyorum. İnan hiç sıkıntı çıkarmıyorum.

Bana köpeğinden fotoğraf at ara sıra. Sanmıyorum ama bir gün instagram falan açarsam, milyonlarca takipçim olmasa da, beni takip etmeyi unutma. Adımı matmazel sardunyanın çığlığı koyacağım. Whatsap’tan bildiririm sana.

İstesen de inemezsin zaten evimin yokuşlarını. Ben alışkınım yağmurda ıslanmaya, sen topla tasını tarağını. Giderken komodinin üstünde göreceksin gerçeklerini. Hayatın bi bakmışsın zehir gibi…

Anladığında en çok gübrecilere söveceksin. Organik tarımı sen de destekleyeceksin. Balinalara özgürlük, marinadaki yatlar hiç. Sonunda çadır kurup kampa gideceksin. Beni en çok göl kenarında yıldız seyrederken düşleyeceksin…

29 Haziran 2020 Pazartesi

Bende Bir Yare Var


Bende bir yarın var, mendilin bende kaldı. Müsait zamanda gel de al. Kapımın şifresi aynı.
Gel hem dertleşiriz. Sohbet ederiz ayaküstü. Havalardan konuşuruz fena mı? Güneş çok oldu doğalı.
Ay da çıkar yakamozumuz olur. Dolaptan elma doğrarım. Eriği de seversin amma mevsimi değil napalım.
Ah bi bilsen ne çok özledim, tatlı kokusunu pınarların.
Hem çok özledim sesini benzettiğim gece kuşunu. Ellerinin değdiği defteri. Ellerinin değdiği öbür şeyleri.
Ve seni, başka birine benzeten çocuğu da özledim. Kim bilir bir daha görecek miyim.
Özledim hem seni, ara sıra gördüğüm sokaktaki binayı. Çok hoşuma giderdi. Karşı komşunun serçesi, hala eskisi gibi mi?
Kapıdan da olsa gel al mendilini. Sohbet etmesek de gel. Müsait olmasan da gel. Kapının şifresi hala aynı. Hiç değişmedi. Evde olmasam da birazcık dur kapıda. Kokun sinsin diye değil, yanlış anlama. Dur işte öyle. Ne bileyim…

16 Haziran 2020 Salı

Büyüyordum ve Alnımın Kırışıklarına Değiyordu İsmin


Perhizse teodor kasap, perhizse mamalaksoyka, bilinsin ki ahali içmez. Böyle içmeyişe paha biçilmez. Kim götürür suya soda dökerek, dere tepe sek sek sekerek, makbule’ye yavvvrummm çekerek, az biraz bade süzerek, incirrr dizerek, ince fistan, altın gerdan ve nihayet, saydamlığa ramak kala, ayakların yerden çekildiğini hissederek… ve gökyüzünün alını morunu yek ahenk ederek… geçti aralık aylarında nice mamalaksoyka. Geçti ve gitti bir daha dönmemek üzere geri. Ve hep kafiyesinden vuruldu, satır sonlarında denk getiremediği.

Alnının jiletle kesilmesine gerek olmayanlar bilirler kaşık çatlı insanların nicedir içten sevdiklerini… nicedir uzaktan kokusunu duyarım diye çiçeklerden kaçtığını.

Bizim kollarımıza börtüler böcekler konmadı madam. Bizim kollarımıza çimento torbaları kondu, inşa edilesi bunca insan arasında. Kalemi seçişimiz kurşuna meylimizdendi. Bu da böyle düştü karakol zabıtlarına.

O evler… ah o eski evler… şurasını da seneye düzeltiriz umuduyla türlü matematik oyunlarıyla geçen seneler…
ve girdaplar
ve yağmurlar
ve salıncakta yalın ayak uçuşan martılar
ve türlü dolaplar
ve beygirler
ve son sözünü söylemeden göçüp gidenler
ve son sözünü söylemeden göçüp gidenlerin arkasından bakanlar
ve son sözü neydi diye merak edenler…
hadi toplanın yamacıma da anlatayım. Madem ki ben mamalaksoykayım. Anlatacağım.
dirim dirim yanmayı
dirim dirim sevmeyi
dilim dilim doğranmayı…
hadi şehirler uzak… ve uzak gülücüklerin yanaklarına konması. Sesin gelmesi için bir şeyler gerekli. Ve eksik diyelim türlü kasımpatı. Son dize şairin son kurşunudur. ve vurdum. ve öldüm. ve kurdum kendi kendimi. sabaha uzayan saniyeler yıl gibi. kemirirken içimi… kalkıp gelsem yanına ve desem ki…
ben… mamalaksoyka… şairin zırt deliği… türlü hanımelleri ve türlü papatyalarla ve arkamda gördüğün bütün bu dünyaya sırt çevirmişliğimle… kapında… olsun olacak olan ne varsa… ve yağmurların dünden geldiği… saçlarımda… ve teninde bulunan… ve yalnız bize özgü olan… sevmenin türlüsünden sardunya. gözlerim… ve göbek adımı çağıran sesin… içeri gireyim de biraz dinleneyim.