20 Ağustos 2014 Çarşamba

Bir Damlanız Var mıdır Yaşamak Hey!


Hayat, ucuz parfüm kokusudur…

Susuyorum susuyorum ardı sonu leyl. Bağırıyorum yukarıdan aşağı incecik gece. Bir damlanız var mıdır yaşamak hey! diyorum. (Yaşamak, ucuz parfüm kokusudur çingenenin.) Takriben ucu bucağı zulmet bir yedi gibi duruyorum. Leylin gözlerinde vel fecri okuyorum. Susuyorum susuyorum yaşamak hey! Senin dediğin gibi yapıyorum.

Denizin kıyısı çöplük bir martı. Kanadımı senin kanadına sarmışlar. Sarmal üçgen dehlizlerde yudumsu içmeler sessiz. Bir çığlık koparmışlar, alıp sesine katmışlar. Dalgaların başımdan aşağı (aşağı yukarı) zulmet. Mavi kirpiklerine rimel sürmüşler. (Kirpiklerin, taze badem çekirdeğidir hayatın.) Şaşmışlar şaşırmışlar yaşamak dur! Bir adım geri, eller havaya.

Çalıların arasından bir hışımla peh peh… Seni atıyorum dönüp alıyorum en nefes. Sen girdabına merhem sürüyorsun, aşağı yukarı yıkılgan. Yaralarım diyorum, (yaralarım, geri kalmış köyleridir hayatın.) su, yol ve ekmek. Bir dilim yüreğinizde sızı var mıdır hey! diyorum. Var mıdır sizde, bende olmayan yaşamak! Açıp çeyizime bunu da koyuyorum. Bunu da koyuyorum ardı sonu titrek, sonu ardı ıslak.

Ben bilinmez sulara akıyorum elveda! Amazon aslanları, zeynalar ve herkül. Tadına kim varmış boşlukta ok atmanın? Hera, pegasus ve zeus. Bundan daha güzel yalanınız var mıdır hey! (Yalan, taze badem çekirdeklerine ucuz parfüm sıkmaktır.) Zerre yanılgıyımdır şimdi gün ışıklarına. Nereden gelip kopuyorum, nasıl olsa ölüyorum, en çok da susuyorum susuyorum ardı sonu leyl. Gecenin karanlığına kitap okuyorum, gecenin aydınlığına kitap oluyorum. En çok da susuyorum susuyorum yalnızlık! (Yalnızlığın göbek adı sensizlik.) Şairane mısraları içiyorum tek yudumda.

Dolunay matem rengi bir kızılla şimşek şimşek çöküyor. Fernando, ciğerine nakşettiği ince hüzzamı bir çırpıda döküyor. Kirli sarnıç masallarında şeyim başlıklı kız şimdi kocakarı. Yanılgı zindanlarında eski dünya yenisi nakarat, doğudan gelen sesi bastırıyor. Orta ve batı dünya susuyor susuyor yaşamak hey! diyorum. (Yaşamak, susmaları duymazdan gelmektir.) Duymuyorum…


En son Turist Ömer oluyorum “Aman ey!” diyorum yaşamak hey! anlıyor musun?

17 Ağustos 2014 Pazar

Sarışın Gecenin Kalbi

Beni aldı kalbinin içine getirdi. Bak dedi, buralarda ve buralarda ne var. Buralarda ve buralarda ne varsa hepsi al senin olsun dedi. Beni aldı kalbinin içinde gezdirdi. "Yeter ki ellerimi bırakma!"

Bir köşede asılı yeşil gözleri vardı, giydirdi. Bir köşede yere uzanmış aslanlar vardı, yedirdi. Bir köşede sarışın geceler vardı, kuruttu. Bir başka gün gene gel dedi,  gene gel dedi, başka bir gün dedi. Başka bir gün hangi güne geliyordu, söylemedi.

Ben çıktım ama aklım hep içeride kaldı. Kalbinin köşesindeki yeşil aslanları hatırladım. Sarışın ceketini, uzanmış kurutulmuş yemekleri, bir başka gün, başka bir gün, gene gel deyişini, sordu bana bunları ve ben tek tek hatırladım. Hatırladım hangi güne geliyordu, söylemediğini…

Hadi, o ülkeye gidelim dedi, gittik o ülkeye. Şiir yazalım dedi, oturduk şiir yazdık. Az biraz sarhoş olalım dedi, onu da yaptık. Ellerimi tut ama bırakma, bana yeter dedi, ellerini tuttum ama bırakmadım. Ona yetti.

Gözlerine bakmak geldi içimden, gözlerine baktım. Gülsün diye yanaklarını sıktım, güldü. Oyalanma dedi, gel, kalbimin içinde daha neler var. Daha neler var senin görmediğin, benim keşfetmediğim. Hem korkma dedi, kalbime ikimizden başka kimse giremez. Yeter ki ellerimi bırakma!

Beni aldı kalbinin içinde bir köşeye oturttu. Bak dedi, burası sen gelene kadar hep boştu. Bak dedi, artık sen varsın, artık ben varım. Artık biz varız, başka ne hacet. Beni al, dedi, kalbinin içine götür, ben senin ellerini hiç bırakmam!


Onu aldım kalbimin içine götürdüm. Bak dedim, buralarda ve buralarda hiçbir şey yok…

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Son Defaymış Gibi Değil, Son Defa Leyla...

Dünyanın en leyla kadınıydı o
Düşler biçiminde hüzünlü, çocuklar gibi şen şakrak
Hani diyorum, bir tavla daha mı atsak?

Biliyor musun, bir yılın sonu şimdi. Çam ağaçlarısız, gürültüsüz, tam senlik işte. Caddelerde sarhoş yok, E1 hala ekspres. Deniz desen, bıraktığın gibi, yalanıp duruyor tuzunu dudaklarının…

Saat 5 dedi mi çıkıyor bütün memurlar, sabah 6’da poğaçalar hazır, beğenmediğin afişi de geçen gün kaldırdılar. Kuşlar leyla diye ötüyor, okul leyla sesiyle paydos, senin kokunu çekiyor hala kumsal…

Kelebeğin kanatlarından doğan salyangozun çizgilerini gün gibi anımsıyorum. İçinde biz olan odayı, denize nazır çayları, gülmeni, en çok da omuzlarını… hatta ille de onları…

Hiçbir şey yapamazsam oturur seni yazarım diyordum ya, beceremiyorum. Eksik kalıyor her şey, hiçbir şeyi sığdıramıyorum. Zannediyorlar ki, seni hala seviyorum. Hala üzerine titriyorum. Adın geçince duruluyorum. Uzaklara dalışım senin yüzünden, uzaklarda kalışım hep senden. Daha neler dimi? Boşunaymış gibi aylak aylak sabahlara kadar… Ben olsam da olmasam da ev alacaktın ya Samsun’dan… Hadi şimdi gel de al…

Zannederdim ki, insan sevdiğine benzetir herkesi. Arkası dönük herkes, birilerinin sevdiğidir. Sen neden kimseye benzemedin? Üç kuruşluk dalga değil miydi yani bütün mesele. İki laf, bir okkalı bakış almıyor muydu aklını insanın. Gözden uzak olan, gönülden uzaklaşmıyor muydu yani? Şair haklıymış: "Aşk eskidikçe aşktır, sevgi eskidikçe sevgi." Hay benim gerizekalı kafama dimi?

İşte böyle ansızın düşüyorum ellerine yok misali. Ne sesim kalıyor ne öfkem. İçimden bir ses Leyla diyor. Söze giriyor uzaktan sevdiğin bir yanım: “Sevda sahrasında mecnun değilsen, ne Leyla’yı çağır, ne çölü incit.” Mecnunum diyorum, sonra simsiyah oluyorum bir kadını müjdeler gibi… Simsiyah, boynuma dolanan saçların kadar… Nasıl da güze çalıyor gazellerim, al beni şimdi, bu ölümden kurtar…

Bugün günlerden Leyla diyor takvim… Her günüm leyla diyor içimden bir ses...

Öyle özlemek falan değil de kızım, ne bileyim… Öyle işte…

7 Ağustos 2014 Perşembe

Masumiyet



"yusuf: çocuk neden sakat abi? 
bekir: doğuştan. doğuştan denmez aslında. hamileyken babasından ağır bi dayak yemiş. 
yusuf: babası nerde? 
bekir: sinop’ta. 
yusuf: hapishanedeki? geçen gün uğur abla'yı hapishaneye giderken gördüm.
bekir: sevgilisi.
yusuf: onun için mi bu şehirdesiniz? sen? 
bekir: uzun hikaye. karışık. bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı’da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan. bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı. sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan. nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar. pırlanta anlıyacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma. dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor’a kesikmiş. zagor da kaftiden içerde o sıra. bi gün süslenmiş püslenmiş, zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı, minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’a. benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabii, zagor’u ziyarete gidiyor. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk, kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi, kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor. biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle. önce öldü dediler zagor’a, sonra komalık. ankara’da oluyor bunlar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornavida yemiş gibi oldum. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat. ama bu sefer başka güzel orospu. orhan'ın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya biz de, “nasıl?” diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bi şey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bi inandım orospuya tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs. o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyor. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım, ben de onun peşinden. önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu tınmıyor hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyor milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor’a bakarız, yok. kancık köpek gibi izini sürüyor itin. n’aptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul’a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde gene peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile. beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyor. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyor başka bişey demiyor. sinop’ta oluyor bunlar. ben de döndüm istanbul’a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyor gene. o halinle kalk git sen diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol. herif kafayı yiyor tabii. dönünce bi dayak buna, eşşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyor. durum hemen anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır’a, zagor’un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyor da şikayet etmiyor. ben o ara istanbul’da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor’un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıralar. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım, karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır’a geldik diyor. baktım, sahiden diyarbakır’dayım. bi soruşturma. kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiçbir şey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte."