Dünyanın
en leyla kadınıydı o
Düşler
biçiminde hüzünlü, çocuklar gibi şen şakrak
Hani
diyorum, bir tavla daha mı atsak?
Biliyor musun, bir yılın sonu şimdi. Çam
ağaçlarısız, gürültüsüz, tam senlik işte. Caddelerde sarhoş yok, E1 hala
ekspres. Deniz desen, bıraktığın gibi, yalanıp duruyor tuzunu dudaklarının…
Saat 5 dedi mi çıkıyor bütün memurlar,
sabah 6’da poğaçalar hazır, beğenmediğin afişi de geçen gün kaldırdılar. Kuşlar
leyla diye ötüyor, okul leyla sesiyle paydos, senin kokunu çekiyor hala kumsal…
Kelebeğin kanatlarından doğan
salyangozun çizgilerini gün gibi anımsıyorum. İçinde biz olan odayı, denize
nazır çayları, gülmeni, en çok da omuzlarını… hatta ille de onları…
Hiçbir şey yapamazsam oturur seni
yazarım diyordum ya, beceremiyorum. Eksik kalıyor her şey, hiçbir şeyi
sığdıramıyorum. Zannediyorlar ki, seni hala seviyorum. Hala üzerine titriyorum.
Adın geçince duruluyorum. Uzaklara dalışım senin yüzünden, uzaklarda kalışım
hep senden. Daha neler dimi? Boşunaymış gibi aylak aylak sabahlara kadar… Ben
olsam da olmasam da ev alacaktın ya Samsun’dan… Hadi şimdi gel de al…
Zannederdim ki, insan sevdiğine benzetir
herkesi. Arkası dönük herkes, birilerinin sevdiğidir. Sen neden kimseye
benzemedin? Üç kuruşluk dalga değil miydi yani bütün mesele. İki laf, bir okkalı
bakış almıyor muydu aklını insanın. Gözden uzak olan, gönülden uzaklaşmıyor
muydu yani? Şair haklıymış: "Aşk eskidikçe aşktır, sevgi eskidikçe sevgi." Hay
benim gerizekalı kafama dimi?
İşte böyle ansızın düşüyorum ellerine
yok misali. Ne sesim kalıyor ne öfkem. İçimden bir ses Leyla diyor. Söze
giriyor uzaktan sevdiğin bir yanım: “Sevda sahrasında mecnun değilsen, ne Leyla’yı
çağır, ne çölü incit.” Mecnunum diyorum, sonra simsiyah oluyorum bir kadını
müjdeler gibi… Simsiyah, boynuma dolanan saçların kadar… Nasıl da güze çalıyor
gazellerim, al beni şimdi, bu ölümden kurtar…
Bugün günlerden Leyla diyor takvim… Her günüm leyla diyor içimden bir ses...
Öyle özlemek falan değil de kızım, ne
bileyim… Öyle işte…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder