9 Eylül 2014 Salı

Eski Sevda Yazıları 2: Bir Tereddüt Gecesi

Bazı gecelerde, her türlü uyuşturucudan alınan hazzın birdenbire kaçtığı fena bir an vardır. Elektrik kesilir gibi, araba durur gibi, nefes tıkanır gibi. İnsanın içini anlamsız bir çöküntü kaplar ve göğsüne ağır bir yük oturuverir. Hiçbir şey yapmamak isteği, yalnız kalmak, en sevdiklerine bile –sırf oradalar diye- düşmanlaşmak.

Önce vücudu hafif bir titreme alır. Ağır ağır ilerleyen bir ateş ciğerlere sirayet eder. Üşümediğini bildiğin halde titremeye başlarsın. Bunların üstüne, çöküntüye sebep olan zehrin aynı zamanda ilaç olduğunu bilmek, vücudu tesiri altına alan illetin insan beynini nasıl emdiğini görmek eklenir.

İstisna olmakla birlikte vakit ilerledikçe vücutta büyük tepkimeler belirir. Kalp çarpıntısı, mide bulantısı, başta ağırlık ve fena halde uykusuzluk… Birazdan yaşanacak olayların en büyük tetikçisi, bıçak saplanmış gibi bir baş ağrısıdır. Bilincin devre dışı kalması, burun kemiğine yapışık bir kılcal damarın tık sesi çıkararak patlamasıyla olur.

Kendine gelmeye başladığında insan ruhunun nasıl güzide bir varlık olduğuyla karşılaşırsın. “Şimdi geçecek, daha güçlü olacaksın, her şey güzel olacak, daha güçlü olacaksın, daha güçlü…” Bu, vücudun kendi kendine telkinidir. Betonun ya da tahta parçasının üstünde olman bir şeyi değiştirmez, uyanmaya ramak kala dünyanın en rahat yatağında gibi hissedersin. Yalnızsan sorun yok. Yalnız değilsen, kalabalığın saçma sapan telkinleri…

Galatadayım… Kore abidesinin dibinde, çayırlara uzanmış oturuyorum. İçki yasağının başlamasına yakın bir vakit… Baycan bira almaya gitti. Umarım bana da alır. Cebimde beş kuruş para yok. Profesyonel sarhoşlar, sadece içmez, aynı zamanda içirir. Baycan’ın profesyonel sarhoş olup olmadığını sorguluyorum. Bir iki dakika sonra Baycan, elinde tek bira şişesi ile geliyor. Yanıma oturuyor. Cebimden sigaramı çıkarıyorum. Dört tane sigaram kalmış. Birini kendi ağzıma veriyorum, diğerini Baycan’a uzatıyorum. Belki adamlık öğrenir. Baycan sigarayı alıyor. “Kardeşim, diyor, sana da alacaktım ama inan cebimde beş kuruş kalmadı.” Adamlık namına gelişme var. Sorun değil.

Burcu’yu arıyorum. “Kuledeyim, gel. Bira da getir.” Burcu “tamam” diyor.
“Hadi” ile başlayan her türlü cümleye “tamam” diye karşılık veren iki kişi tanıdım. Biri Burcu… Burcu’nun lügatinde “hayır, şimdi olmaz, müsait değilim, keyfim yok, sonra” gibi tabirler yoktur. Ona ne dersen “tamam” der ve “tamam” sözcüğü bir kadına ancak bu kadar yakışır. “Hadi”ye “hadi” ile karşılık veren ikinci kişi, benim, bunun bir önemi yok.

Az zaman sonra Burcu elinde bir poşetle geliyor. Poşette dört tane bira var. Yanıma oturuyor. Benzi bembeyaz. “Hasta mısın?” diyorum. “Midem bulanıyor” diyor. “İçme o zaman.” “İçmicem, sana getirdim…”

İki bira sonra, Burcu iyi değil. “Beni eve götür” diyor. Koluma giriyor ve kulenin solundan eve doğru yürüyoruz. Ara sıra sendeliyor. “Beni yalnız bırakma.” Hep bu replik… “Beni yalnız bırakma.” Bir dakika içinde birkaç kez, “beni yalnız bırakma.”

Evdeyiz. Yatağına yatırıyorum. Alnı ve yanakları ter içinde. Islak bezle terini siliyorum. Yarı baygın uzanıyor, “beni yalnız bırakma.”

Öyle zamanlar vardır, insan ayık kafayla bile karar veremez, âlemin yazılı olmayan kanunları işler. Ya hastaneye gideceğiz ya da Burcu’nun gözümün önünde erimesini seyredeceğim. “Beni yalnız bırakma” sözünün altında yalnız kalırsam öleceğim korkusu var. Bunu sezdiğim vakit düşündüğüm tek şey: “ailesine ne derim?”

Halbuki bütün meseleler gibi bunun da basit bir izahı var. Beynimiz, en basit halleri bile en çetrefilli kıvamlara getirmek konusunda hemcinsleriyle yarışır. Yarım saat içinde Burcu sızıyor. Bir sandalyede oturmuş öylece ona bakıyorum. Bir süre sonra sayıklamaya başlıyor. İlk hecesi vurgulu, harfler ilerledikçe belirsizleşen kelimeler, isimler… Çoğu anlamsız… Yalnız, bir iki defa, bu şarkıcı kızın dilinden bilinçsiz vaziyette süzülen bir inilti. Bunca şarkıcının, bunca şairin yüz binlerce mısra ile anlatmaya çalıştığı şeyi, Burcu tek bir iniltiyle, nihavent makamında söylüyor…

Bir saati aşkın bir süre… Burcu gözünü açıyor. Bir süre duvara bakıyor. “Burcu” diyorum, gözlerini sese çeviriyor. “Beni duyuyor musun?” Gözlerini kırpıyor. Onu ilk kez bu kadar bitkin görüyorum. Belki de ilk kez ne yaptığımı bilerek telkin yapıyorum:
“Oh be, sonunda kendine geldin. Rahatladın be kızım. Dinlenmek iyi geldi. Miden bulandı, ağrın vardı ama şimdi iyisin. Hava aldın, biraz uyudun, ayılıyorsun. Yüzüne renk geldi. Ama bak, harbi diyorum, sızınca çok güzel oluyorsun. Ayna olsa da göstersem.” (buna benzer cümleler)
“İstemem” anlamında kaşlarını havaya kaldırıyor. Kadınların, hiçbir erkek cinsinde olmayacak türden bu zarafet anlayışına hep hayran kalmışımdır. Hiçbir kadın aynada çirkin bir yüz görmek istemez.

Sıra aklını alıp uçurmakta… Kendi vücudunu dinliyor ve bu ona acı veriyor. Aklını karıştıracak bir şey… “Yalnız, her şeyi itiraf ettin hee. Bayaa sağlam sırların varmış.”
Ve hayatın en anlamlı sorusu: “Ne dedim?”
İşte bu. Hep işe yaramıştır, yarayacaktır. Herkesin sırrı var. Ve herkesin ifşa olma korkusu… Bu iş bu kadar. Artık akıl başka yerde. Uyu kızım, rahatça uyu, sabaha daha güçlü olacaksın.

Havanın ışımaya başladığını hatırlıyorum. Sızmışım. Burcu’nun belki de kendisinin bile duyamadığı bir “şşş” sesiyle uyandım. “t”siz bir “şşş”. Mecalsiz, biraz yana kaydı, olanca kuvvetiyle yorganı kaldırdı ve “yanıma gel” dedi. Yanına gittim…

Sabah olmuş. Ne vakit rahat bir kucakta uyusam, kolay kolay uyanmam. Burcu yatakta yok. Mutfağa gittim. Burcu kahvaltı hazırlıyor. Sarıldım. İlk kez, ona bu kadar içten sarıldım. Kadınlar, içten sarılmaları hisseder. Anlamlandıramasa bile hisseder. Burcu’yu bu kadar güzel görmemiştim. İlk kez ondan hoşlanma ihtimalini, hatta hoşlandığımı düşündüm. Ve Burcu’nun dilinden, bütün gecenin ardından, tek bir soru: “Sen niye sandalyede uyudun?”


Cevap vermeli mi? Biz insanlar gerçeğe değil, duymak istediğimize inanırız. Bir kez olsun bunu yapmaya hakkım var: “Çok güzel uyuyordun, seyrederken sızmışım.” Yemedi, ama güzel oldu. O günün akşamında, dolaylı yoldan, benden hoşlandığını, birlikte olma fikrini söyledi. “Gideceğim” dedim. “Beni bir daha görmeyeceksin.” Bu söylediklerimin birçok kadının ruhunda beni daha cazip hale getirdiğini bilirim. Burcu’nun duygularıyla oynamak gibi bir derdim olmadı. Her şeye tamam diyen kadın, buna da tamam dedi. Mutfakta ne mi oldu? “Sana bir daha sarılayım mı?” dedim. Önce o sarıldı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder