27 Kasım 2014 Perşembe

Sakın meyletme eski şarkılara, Nihavend fena halde leman barındırır…

Rümeysa Rümeysa! Göster bana kolunun atlına gizlediğin inciden lokmayı. Göster onu da birbirinden güzel parmaklarının her birinin hangi işleve sahip olduğunu. Saçının gizlenme sebeplerini bir bir sırala. Çıkar gömleğini de giy şu cebelitarıktan daha dün aldığın yasemin kokusunu. İzin ver beyaza çalan tenine buğday sarısı eklensin. Bir jilet gibi kesip geçmişi denize fırlatma. Bırak bu son seansı izleme şansına erişeyim.

Rümeysa Rümeysa ben ben olayım da sana vurulmayayım ha. Gülüne dokunsam gül gibi kızarır yüzüm. Mehtabın desen, mevzu o değil Rümeysa. Sen aşığı duasından, sevgiliyi hülyasından tanırsın.

Gir benliğimin uçsuz bucaksız kıyılarına da çöz denizimdeki esrarengiz bilmeceyi. Neden böyle tuz kokuyor deme, terin değmese kokmazdı mis gibi tuz deniz. Menekşeni sulamak için bahçıvana ne hacet! Gözlerin yetmez mi ki bunca işi tek seferde yapmaya.

Beni al elinin içinde bir yere oturt, yum sıkıca ve sarıp sarmala. Sonra aç, emret sarmaşık çiçeklerine de tırmanabileyim kolcağızlarına. Ah Rümeysa, hani o hiç mi hiç yabancı teni değmeyen kolcağızlarına… Bir bakışınla anlatsın binyıllık hasretimi coğrafyalarım. Gül ile şeytan arasında ince ü harfi dudaklarına, bir bakışınla sarılsın bahardan kopma gelincik meyvelerim.

Ah Rümeysa, saçın ayet mi ki yüzün kafir olsun. Neden böyle geçip gidiyorsun yamacımdan hışımla. Ve neden böyle ansızın doğuveriyorsun içimde bin asırlık uğultularla. Göz kaleminden sürülme bir hatla bağla benliğini benliğime. Ve anlat on ikisi de birbirinden güzel gülüşlerinin neden her seferinde hicazkara meyyal olduğunu. Sen ki Şekspir’in bir kitapla, Baki’nin bin gazelle söylediğini, bir mısrayla haykırmadın mı sıradağlarımın sıradan yamaçlarına.

Sevdiğin romanın sonuna yaklaşınca okumayı yavaşlatırsın ya, işte onun gibi okurum dudaklarından çıkan her sözü. Senin o tazecik limon dalların, eski titrek sevdalarımın biçimsiz uyuşması gibi gelir oturur gözümün önüne. İffeti bozulmamış bir mısra gibi yapışır sarkacıma güllerin. Yağmur damlalarının dudaklarına her dokunuşunda, onlar gibi beni de öp diye midir ürpermesi içimin?

Rümeysa Rümeysa tut elimden şimdi hadi, gidelim bu şehre bir kere daha geri dönmek için Atina’ya Viyana’ya Prag’a Petersburg’a Roma’ya. Sütun sütun esrik şekil alsın vurunca yakamoza gölgemiz. Kafkaslardan başlasak sorun olur mu senin için, dış ülkelerde elçilikler tayin etmek üzere hariciyeci yetiştirme çabalarımıza?

Ben eski sevdalarımı anlatmakta maharetliyimdir. Bu nasıl oluyor da böyle oluyor Rümeysa? Sen eskimeden, daha yeni olmadan, nasıl konuyorsun parmaklarımın ucuna? Beni bir de sakin kafayla dinle olur mu Rümeysa!

Rümeysa’ya sakin kafayla yazdıklarımdır:

Rümeysa Rümeysa… Sen şimdi İlhan Berk şiirindeki o kadınsın. Yunanlısın ama Fenike soyundansın…

7 Kasım 2014 Cuma

Antik Yunan’da Bir Aşk Hikayesi: Eurydike ile Orfeus’un Ölümü

Ben… Sisifos… Yani Hiç… Yani Yokluk… Ben çıkardım bu kayayı tanrıların şafağına. Ben kırdım demir ağlı kilidini Zeus’un. Ben uzattım kolumu Hera’ya. İnsanlar, kulak verin sözlerime. Sırtım dik bir engebe. Ellerim nasırdan kaskatı. Omuzlarımda dünyayı taşıyorum. Bakın, görmüyor musunuz? İşte ben… Sisifos… Yani piç… Yani çırılçıplak… Hermes’in geldiği gece, beni düşlerimden siz uyandırdınız. Nisa dağında, Kilene dağında, Efes’te, Amisos’ta… Üzüm sıkan elleriniz ve günahkar gözleriniz. İşte siz, hepiniz… Diz çöktünüz sırtımdaki kayaya. Ve ağladınız, ağlama duvarında şakakları uzun Yehuda’yla. Belki siz, belki nedensiz… Yayını gerdiniz Artemis’in. Gücünü aldınız Aşil’in. Okundan tuttunuz Eros’un. Çünkü siz, yani hepiniz… Sattınız bedenlerinizi Zeus’a. Sattınız ruhunuzu tavus kuşuna. Ama ben… Sisifos... Yani kaya… Yani taş… Büsbütün putunuzum artık sizin. Hadi, söyleyin söylen’imi dilden dile. Dinleyin ağıtını Orfeus’un. Oturup günah çıkartın Eurydike’yle…

Orfeus’un ağıtı:

Irak ırmak, acıtsın bırak,
Sırtındaki kaya, midendeki gaz yağı,
Bir kibrit çak!
Denizden ses geliyor
Sanma sakın
Ağıttır bu, yakılacak!

Kaya ağır mı ağır
İçimden bir ses
Bir çukur bulsam da
Şundan kurtulsam diyor

Ya da neden yakmamalı?
Küller savruldu mu
Ne bir iz kalır
Ne de pişmanlık

Ah gidinin yükü
Sanki ben onu değil de
O beni taşıyor
Ama nereye?

Benimle paylaşmaz mısın
Ey çekilmez yük,
Yüreğinde gizlediğin
O acımasız sözü?

Yükün Orfeus’a hitaben söylediği acımasız sözdür:

Orfeus… Yani piç… Yani orospu çocuğu… Birazdan gelecek sevdiğin… Arkandan ilerleyecek… Ama dönüp bakmayacaksın… Yoksa kaybedersin onu… Zeus söz verdi mi, hiç kimseyi dinlemez…

Eurydike’nin Orpheus’a seslenişi:

Sen… Beni cehennemden kurtaran… O aşılmaz yol… Sana kavuşmak içindi bunca çile. İşte, arkandayım. Dönüp bakma sakın. Bakarsan kaybedersin beni. Zeus söz verdi mi, hiç kimseyi dinlemez. Hem görmeden de sevmelisin beni. Görürsen ölüm gelir bana. İnsan sevdiğini görmemeli…

Orfeus’un Eurydike’ye cevabı:

Eurydike… Sevdiğim… İzin ver de anlatsın gölgem, seni nasıl sevdiğimi. Bu adam desin, adam değil, köpeğindir senin. Lütfen, bir kez olsun bakayım gözlerine. Ben, Orfeus, yani sen, yani biz. Çıkıp gidelim tepelerden. Kaçalım şiddetinden Zeus’un, Akhilleus’un, Odessa’nın. Bırak çıkarsın Sisifos kayaları dağlara. Biz, ikimiz, kimsesiz… Alıp gidelim başımızı, onulmaz kayalıklara…

Anlatı:

Bir sigara içimlik zaman diliminde gerçekleşen bu hadisenin başkahramanı, esasında, Sisifos denen ibnedir. Sisifos, sırtına yüklediği kayayı Olimpos’un zirvesine çıkarıp Zeus’un altından ve zümrütten hediyelerine göz dikmeseydi, ya da Sisifos, uğruna ömrünü heba ettiği o kayayı Olimpos’un zirvesine çıkarabilseydi, Zeus’un orada olmadığını görecekti ve Eurydike şimdi Orfeus’un kollarında olacaktı. Orfeus, aşkının şiddetinden bihaber başını arkasına çevirip Eurydike’ye baktı… Eurydike öldü… Eurydike o an ilk kez öldü… Sevdiği kadının ölümüne dayanamayan Orfeus, oracıkta intihar etti. Son sözleri, “bir sigara olsa da içsem” oldu. Mezar taşına şöyle yazıldı:
Orfeus, nasıl dönüp bakarsın sevdiğine,
İnsan sevdiğine bunu yapar mı?

Sisifos… Yani hiç… Yani yokluk… Sizi kendine inandıran Odur. Olimpos’un zirvesine birkaç adım kala, sırtındaki kayanın altında kalarak Zeus’un hörekesini görmüştür. Zeus, yaşadığı anlaşmazlık sonrası, Hera’nın şiddetinden korkarak saklandığı tapınağında havasızlıktan ölmüştür.

Euriydike ise şimdi taştır. Antik Yunan ormanında sonsuza dek yanacaktır…

1 Kasım 2014 Cumartesi

Durma Kendini Hatırlat! Durma Kendini Hatırlat! Durma Siktir Çekeyim!

biri olmayan şiirlerin ikincisini yazan kadın

biri vardı, sanki insan değil de meyvelerin en bereketlisi nardı.
nardan nara da elbette fark vardı.

birincisi olmayan şiirler yazardı, kimi zamanda ardı gelecek sandığınız hikayelere başlar ama hikaye havada asılı kalırdı.

oysa onun muhayyilesinde durmadan akan bir nehir yahut çağlayan vardı. o çağlayandan ne dizeler, ne hikaye kahramanları kıvrıla kıvrıla akardı.

bazı zaman o nehir taşar, nardan kadın da kulağımıza ya başından ya sonundan hikayeler fısıldar, şiirler sayıklardı.

bir nar kadın vardı ondan sır saklanmaz, ona küs kalınmazdı.
sanki gülüşünde bir büyü vardı. kalbinin saflığından kayaya gülse kaya dayanamaz kumullanırdı.

bir gülüş bir içi nasıl açar derseniz ben de size sizin hiç nardan arkadaşınız olmadı mı derim. nardan arkadaşı olanlar bilir ki nardan arkadaşların gözleri zeytindir. o gözler bir dizi müjganla çevrilidir. ol sebepten bir bakar nar kadın, bin müjgan titreşir, nar-ı müjgan titreştikçe sizin içinizde nar çiçekleri filizlenir. işte böyledir ki nar kadın, yeni nardan kadın ve nardan adamlar meydana getirir.

bir başka mesele de ; nardan kadınlardaki bu zeytin gözlerdir. zeytin gözler nardan arkadaşlar ve kardan arkadaşların kesişim kümesidir. zaten bu kesişim kümesinde de başkaca bir şey yoktur. zira nardan arkadaşlar sıcaktır ve kardan arkadaşlar güneşte erir. oysa bir nardan arkadaşınız varsa gece gündüz hep sizinledir.