Rümeysa Rümeysa! Göster bana kolunun
atlına gizlediğin inciden lokmayı. Göster onu da birbirinden güzel
parmaklarının her birinin hangi işleve sahip olduğunu. Saçının gizlenme
sebeplerini bir bir sırala. Çıkar gömleğini de giy şu cebelitarıktan daha dün
aldığın yasemin kokusunu. İzin ver beyaza çalan tenine buğday sarısı eklensin. Bir
jilet gibi kesip geçmişi denize fırlatma. Bırak bu son seansı izleme şansına
erişeyim.
Rümeysa Rümeysa ben ben olayım da sana
vurulmayayım ha. Gülüne dokunsam gül gibi kızarır yüzüm. Mehtabın desen, mevzu
o değil Rümeysa. Sen aşığı duasından, sevgiliyi hülyasından tanırsın.
Gir benliğimin uçsuz bucaksız kıyılarına
da çöz denizimdeki esrarengiz bilmeceyi. Neden böyle tuz kokuyor deme, terin
değmese kokmazdı mis gibi tuz deniz. Menekşeni sulamak için bahçıvana ne hacet!
Gözlerin yetmez mi ki bunca işi tek seferde yapmaya.
Beni al elinin içinde bir yere oturt,
yum sıkıca ve sarıp sarmala. Sonra aç, emret sarmaşık çiçeklerine de
tırmanabileyim kolcağızlarına. Ah Rümeysa, hani o hiç mi hiç yabancı teni
değmeyen kolcağızlarına… Bir bakışınla anlatsın binyıllık hasretimi
coğrafyalarım. Gül ile şeytan arasında ince ü harfi dudaklarına, bir bakışınla
sarılsın bahardan kopma gelincik meyvelerim.
Ah Rümeysa, saçın ayet mi ki yüzün kafir
olsun. Neden böyle geçip gidiyorsun yamacımdan hışımla. Ve neden böyle ansızın
doğuveriyorsun içimde bin asırlık uğultularla. Göz kaleminden sürülme bir hatla
bağla benliğini benliğime. Ve anlat on ikisi de birbirinden güzel gülüşlerinin
neden her seferinde hicazkara meyyal olduğunu. Sen ki Şekspir’in bir kitapla,
Baki’nin bin gazelle söylediğini, bir mısrayla haykırmadın mı sıradağlarımın
sıradan yamaçlarına.
Sevdiğin romanın sonuna yaklaşınca okumayı
yavaşlatırsın ya, işte onun gibi okurum dudaklarından çıkan her sözü. Senin o
tazecik limon dalların, eski titrek sevdalarımın biçimsiz uyuşması gibi gelir
oturur gözümün önüne. İffeti bozulmamış bir mısra gibi yapışır sarkacıma
güllerin. Yağmur damlalarının dudaklarına her dokunuşunda, onlar gibi beni de
öp diye midir ürpermesi içimin?
Rümeysa Rümeysa tut elimden şimdi hadi,
gidelim bu şehre bir kere daha geri dönmek için Atina’ya Viyana’ya Prag’a
Petersburg’a Roma’ya. Sütun sütun esrik şekil alsın vurunca yakamoza gölgemiz. Kafkaslardan
başlasak sorun olur mu senin için, dış ülkelerde elçilikler tayin etmek üzere
hariciyeci yetiştirme çabalarımıza?
Ben eski sevdalarımı anlatmakta
maharetliyimdir. Bu nasıl oluyor da böyle oluyor Rümeysa? Sen eskimeden, daha
yeni olmadan, nasıl konuyorsun parmaklarımın ucuna? Beni bir de sakin kafayla
dinle olur mu Rümeysa!
Rümeysa’ya sakin kafayla yazdıklarımdır:
Rümeysa Rümeysa… Sen şimdi İlhan Berk
şiirindeki o kadınsın. Yunanlısın ama Fenike soyundansın…
Ah Rümeysa senin isminin yüzyılları aşan anlamı, gözünün değdiği yüze verdiğin anlam, kaç kalbin heyecanı olur bi bilsen, bi bilsen seni bekleyen ne çok insanız biz hepimizin mevzusu farklı...Ellerin öpülür senin Rümeysa birinin kalbi titrer, birinin umudu yeşerir, biri hayata inanır ve derki Allah katında zaman yoktur, oluş vardır. Rümeysa, Talha'ya kavuşmak manasını senin ellerin verir, gel Rümeysa yine bir köşeden dön, o anlamı bekleyeni ve onunla birlikte bekleyenleri sevindir. Sen gelmeden aşina olduk sana Rümeysa, dök eteğindeki incileri, onun elleri her birini alır ayrı saklar, biz şahit oluruz...
YanıtlaSilAh Rümeysa, hala gözlerim o köşede. Hala aynı otobüsteyim senin için. Ben hiçbir kadının elini öpmedim ömrümde. Senin ellerin öpülür dimi Rümeysa. Ellerin, hani o Talha'ya kavuşmak manasını veren ellerin. Ah Rümeysa, efsane olasın diye mi bütün bunlar. Gel, gel de sevindir. Gel de gör bizi nice sevindirdiğini...
YanıtlaSilBen "bir adamın kadınını" senin gibi içten anlatan başka kimse tanımadım. Ben mi acaba böyle samimi anlattım Rümeysa'yı diye düşündüm. Dilin değil, gözün marifeti bunlar. Olur bir gün dimi Ebi...