Ey, gürz
bakışlı şairin “lâ” telinden girdiği bahar. Kaybetmiş sokak, kazınmış enkaz,
saçların pınar. Sol ciğerinin altında ne varsa gömülmüyor artık. Bir çiçek de
ben dererim elbet iz düşümlerine.
Şimdi sen ölü ruj
artığısın rengi boğuk. Zehra’ya bunu söylememek için kiremit ısırıyorum. Kara
borsada kamyonlar kızak kırırken kırıtan. Kumu sıkınca ayna oluyorum Barış
Manço.
Zehra soruyor
oynaklarım gülme biçimi. Dudak kıvrımın deniz troleybüsleri düdük şefi. Zenciler
martı olmaz şakırdamak şarkılar. Telgrafın tellerini kurşunlarken rockçılar.
Yaylılar
yaylalarda yayıldılar beyaz. Garajhanelerin grisinde oturdular siyah. Burunlarından
çıkan egzoz dumanlarına. Ve düşlere aldırış etmeden savaştılar.
Savaştan
kaçanlar Akdeniz’de boğuldular.
Sen bahçeye
girdiğinde. Düşen kuşları toplayan Zehra olmak isterdim. Cinsiyetim el
vermiyor.
Kız arkadaşım
vardı
5 vakit namaz
kılıyordu
11 tane kot
pantolonu –ikisi kumaş-
8 çift
ayakkabısı –dördü pembe-
Ve 21 tane baş
örtüsü vardı -16’sının üzerinde marka yazılı ve başına geçirince markalar
sırt kısmından görülüyor ve markası olmayan diğer 5’ini ya hiç giymiyor ya da
evde akraba yanında giyiyor-
Ve starbaks’tan
çıkmıyordu.
Albayım, beni
kimseyle evlendirme!
Sen siyah
güneş gözlüklerini -ki güneş gözlükleri
siyah olur- takmazsan hanımefendi olamayacağını zannediyordun. Ve ben sana
Zehra olamayacağını söyleyemiyordum.
Zehra! Zehra!
Ey! Ben şimdi akustik çam ağacının. Akustik çam ağacı olduğu kanaatindeyim. Derdâ’yı
Derda’dan çok sevdim. İdeolojik resimleşmelerimizin bununla ilgisi yok. Sakın kendini
tüketme.
Bürünmek
tirenlere
Tükürüklerde
soğumak
Ve bilimum gıda
ürünleri…
Gidiyorum! Yanıma
seccade almak isterdim. Bulaşmasın diye içimin pislikleri. Evde bıraktım.
Yıkılsın postmodernizm!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder