Ellerin var kolların var ve ben kırk altı.
Şairin camından sarkan bu ergenliğim bu gökyüzü altın. Seni tutup buraya
getirmişler dillerini bağlamışlar. Seni alıp çıkarsam bu dağ bayır gezdirsem
diline kelebek konsa. Kuşların ağaçların altında bu gökyüzüne baksak gökyüzünü
çağırsak sonra o gelse. Yağmur yağmadan çamur olmadan çıkıp gitsek şehre bir
daha gelmesek.
Ama ben fena sinirliyim hep şimşeklerim
kırk altı. Konuşmak istemem sonra derim hep geçsin bir sinirim. Uzadıkça
uzanırım uzatırım kollarından aşağı alkolsüz kalabalıklarımı. Sen gene de sonra
gel, gel ama “zamansız gelme elim kolum [bağlıysa] sarılamam”. Sarılmak istemem
de zaten yıkmak kalır her şeyi yıkıp şehirden kaçmak. Dağlara yaban otlarına
konmak sonra sorunsuz bir kelebek olup uçmak.
Sorunsuz kelebekler çağırır yanılgılarımı
hep kırk altı. Bir yaşamak başlar düşerken ellerimden tel cambazları. Yaşamak
gecelerinde bir esinti yalnızlıkları sürer gider sesine. Elini bağlayanlar
dilini çözenler geçmişlerine karışır. Ne şairler kalır ne ressamlar ne ana
haber bültenleri. Seni övenler seni gömerler ellerinde karanfil riyaları. Beni
bir yağmur anlar bir yağmur ılık ılık inerken akşamüstleri.
Ben atlara binerim doruklara karlara
sessizliklere. Martıların konmadığı güvercinlerin ağlamadığı o uzak diyarlarda
o atlara. Bir eğreti gelir konar bacaklarıma yarasalar uçar tinerciler adını
yazar. Böyle gecelerde ne yapılırsa onu yaparım ne yapılır böyle gecelerde.
Tutarım şiir yazarım okumadan silerim sonra sinirlenirim. Yatışır akşamüstleri
yağmur altlarında bacalarda balkonlarda ve kelebek. Hep sesim kalır tek sesim
kalır adım hep aynı. Senin ellerin olur kolların olur ama ben kırk altı.
Üzgünüm, yaşamak var şimdi sesinsiz serin senin olmadığın o güzel yerlerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder