Eylül’ü akıtmış gözlerinden, kulağında
uçurtma tutan tren sesleri, söze nasıl gireceğim bilmem, ama kasımla
bitireceğim heceleri. Gündüzleri uysal, geceleri asi, saklambaçta sobeler en
güldüğü kediyi…
Hiç hesapta yokken bir sonraya,
yelkovanlar akrep… gibi savrulsak dümenden, göçmen düşler geri dönse! Yani sen,
yani ben, kim kalkacak yerinden?
Hadi çıkıp savaşalım değirmenlerle… Bu
sokakların yabancısıyım ben. Şu caddenin başında… bir ohhh da biz fırlatalım
manzaraya. Sonra oturup şu iskemleye sen, yanındakine ben, ayıp olur mu kalksak
hemen…
Duvarları öpmek en büyük eğlencesi.
Tırtıl konar, dudağını hisseder, kelebeğe dönüşür diye silmez ayak izlerini…
Bir saniye önce sahibi anıların, anılar onun sahibi şimdi…
Hani sen, yani ben, insanlara karşı. Bir
ekmek kırıntısı fırlatıp yere düşürsek ya zamanı. Sararsa sevgimiz gece
güneşinden. Yaprak resimleri, toprak fotoğrafları ve yel değirmenleri… Bulur o
eski şarkılar gibi sonra bizi…
Son okuduğu kitap bir damla “huzur”. Nil Karaibrahimgil “aşk bu mudur”. Bu çay hiç soğumaz mı? Hiç yağmur dolunaydan boşalmaz
mı? Acaba sorsam bilir mi? Yeşilırmakın suyu içilir mi?
Altı kıta, üstü yarım küredir
gençliğimin… Annabel Lee, Brise Marine ve mavi Helen... Ve cılız şarkılarıyla
primadonna… Tutar ellerimden yarısı gecenin, salar ellerimi diğer yarısı. Böyle
başlar izdüşümü tasvirlerimin:
Gözleri demli Beşiktaş iskelesi, en
sevdiği şarkı kemençe sesi, rüyalarıma girmiyorsun ama, düşlerim hala senin
gibi… Cemal Süreya olsa pat diye söylerdi: Keşke
yalnız bunun için sevseydim seni…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder