16 Ekim 2014 Perşembe

Hadi Çıkıp Savaşalım Yel Değirmenleriyle Ve Durup Önlerinde Diyelim Ki: Bakın! Bakmıyorsunuz!

Eylül’ü akıtmış gözlerinden, kulağında uçurtma tutan tren sesleri, söze nasıl gireceğim bilmem, ama kasımla bitireceğim heceleri. Gündüzleri uysal, geceleri asi, saklambaçta sobeler en güldüğü kediyi…

Hiç hesapta yokken bir sonraya, yelkovanlar akrep… gibi savrulsak dümenden, göçmen düşler geri dönse! Yani sen, yani ben, kim kalkacak yerinden?

Hadi çıkıp savaşalım değirmenlerle… Bu sokakların yabancısıyım ben. Şu caddenin başında… bir ohhh da biz fırlatalım manzaraya. Sonra oturup şu iskemleye sen, yanındakine ben, ayıp olur mu kalksak hemen…

Duvarları öpmek en büyük eğlencesi. Tırtıl konar, dudağını hisseder, kelebeğe dönüşür diye silmez ayak izlerini… Bir saniye önce sahibi anıların, anılar onun sahibi şimdi…

Hani sen, yani ben, insanlara karşı. Bir ekmek kırıntısı fırlatıp yere düşürsek ya zamanı. Sararsa sevgimiz gece güneşinden. Yaprak resimleri, toprak fotoğrafları ve yel değirmenleri… Bulur o eski şarkılar gibi sonra bizi…

Son okuduğu kitap bir damla “huzur”. Nil Karaibrahimgil “aşk bu mudur”. Bu çay hiç soğumaz mı? Hiç yağmur dolunaydan boşalmaz mı? Acaba sorsam bilir mi? Yeşilırmakın suyu içilir mi?

Altı kıta, üstü yarım küredir gençliğimin… Annabel Lee, Brise Marine ve mavi Helen... Ve cılız şarkılarıyla primadonna… Tutar ellerimden yarısı gecenin, salar ellerimi diğer yarısı. Böyle başlar izdüşümü tasvirlerimin:

Gözleri demli Beşiktaş iskelesi, en sevdiği şarkı kemençe sesi, rüyalarıma girmiyorsun ama, düşlerim hala senin gibi… Cemal Süreya olsa pat diye söylerdi: Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder