Trt’nin kıvırcık saçlı ihtiyar ressamı
“daha önce hiç resim yapmamış olsanız bile, bu resmin aynısından siz de
yapabilirsiniz” diyor. Sonra 5 santimlik fırçasına ya da ince kıyım
ıspatulasına keçiboynuzu siyahı ve parlak kırmızı katıp uzaklarda neden
gülümsediği belli olmayan mutlu bir çam ağacı çiziyor. Çünkü ben başka şehirlere
hiç gitmedim, hiç tanımadım seni o şehirlerde. Hiç olmadı o kıtalarda yazılan
mısralarım. Yalnız zamanların ruhuna katmadım benliğimi eski şairlik
günlerimde.
Ben ne vakit adam olsam, bir çocuğu
sobelerken bulurum kendimi. Döner dururum dönme dolaplarda beyaz iklimlerde.
Gökkuşağı cebimizde bir çocuk gibi masum kalır. Alır büyütürüm olmadık
çamurları olmadık şekillerde. Tahta evlerin sarkacında tanırım yoksulluk
günlerimin sığınağını. Ve unuturum gençlikten kalma yaraların kalbime işlediği
isyancıl susmaları. Bilsen, ne güzeldir evraklarım, dilekçelerim, şiirlerim. Şeklini
dört yılda bir değiştiren sigara izmaritlerim. Beşinci sınıfın sıra dayakları, sıradan
haksızlıklar olur oturur yüreğime. “Ben pilot olucam ürtmenim” derim, sırf sıra
arkadaşım “pilot olucam ürtmenim” dedi diye…
Gazetelerin spor sayfasından başlattılar
okumaya bizi. Küçüktük, daha tanışmamıştık hangi cesedin toprağın kaç metre
altında bulunduğuyla. Ne diye iç çekerdi ikinci sayfayı açıp kasap Hayri ve
neden posta bizde gazete adından ibaretti, bilmezdik. Bir ara sağanak olduk,
başkalarının deryalarında kendimizi boğduk, o kadar. Şimdi tut desem elimi
tutmazsın bilirim. Gel desem, okyanus ötesindedir evin. Ve hep taze badem
kabuğu gibi sessiz kalacaktır gözlerin.
Ben suyun kaldırma kuvveti diye bir
şeyin varlığını Ege’de öğrendim bilir misin. Deniz denen şeyin tuzlu olduğunu,
korkulacak hiçbir şey olmadığını, Akyakada, son gülenin iyi güldüğü sıralarda
öğrendim. Fena halde akademik muzdaripliktir ergenliğim bu yüzden. Ne denir,
Karadenizli yazılmış alnımıza. Bütün denizler mavi ne de olsa, bizimkisi kara.
Ne vardı şimdi seninle lisede sıra
arkadaşı olsak. Ben silgimi düşürsem yere, çaktırmadan eğilsem, gözlerin olası
bir kayma ihtimaline karşı gözlerimde kalsa. Ben çatsam kaşlarımı, sana kızmak
için değil, daha çekici gözükürüm umuduyla, bir çizgi olsun diye işte. Bizim
abilerimiz çatık kaşlı dolaşırdı dördüncü katın koridorlarında. Ve ceketleri
omuzlarında bir siyanür gibi gezerlerdi, bir alt devrenin magazin sınıflarında.
Belki de bu yüzdendi yanımızdakini koruma içgüdüsü. Elden değil, içten gelirdi.
Böyle görmüş olamaz mıyız gördüğümüzün farkında olmadan. İnsan, yaşayarak
öğrenir değil miydi hocam.
Hem belki sıkılgan bir yapımız olurdu
yolumuz denize yakın muhitlere düşmese. Biz Temmuzu beklerdik, mahalleli
Haziran dedin mi denizde. Ağustos 15’i bir gün geçirmezdi yağmur. Sonrası denizanalarının
değdi mi yakan, değdi mi acıtan hatıra defterlerinde. “Bundan 10 yıl sonra
çalsam kapını, alır mısın beni içeri” ile başlayan, “ayrılmak yok değil mi” ile
biten, kibriti umut fakiri bir sigara içimlik anı işte. Tüttür tüttürebildiğin
kadar, bu türkü uzun, yardım et dilim.
İşte böyle vazgeçtim çocuk olmaktan. A'nın
A, Z'nin de Z olduğunu öğrendiğim sıralar, bir öğretmenin kırmızı ojesinde
sezdim, çocuklara çocuk gibi davranılmadığını. Ve çocukluğun yanılsamadan
ibaret olduğunu gördüm, ilkokul dördüncü sınıfta, fen bilgisi dersinin fiziki haritalarında,
matematikten kısa, beden eğitiminden
uzun süren bir coğrafya dersinde, yalancı bir öğretmenin, Türkiye'nin
sınırlarını çizdiği esnada... Kurşunla adam öldürmek cinayetlerin en masum
şekliymiş meğer. Siz bir de, bir eğitimci tarafından katledilen çocukları
düşünün, Abiler!
İşte böyle karar verdim adam olmaya.
Başka şansım var mıydı hatırlamıyorum. Ama dedim ya, ne zaman adam olsam, bir
çocuğu sobelerken bulurum kendimi. İlk sobelenen ebedir derim, önüm arkam sağım
solum darmadağın bilirim. İnsan, yaşayarak öğrenir değil miydi hocam. Ve taze
badem kabuğu gibi solgun kalacak hayalin. Ansızın gelmesen aklıma, hiç aklımdan
çıkmazdın, bilirim.
Sonra o gülüşün gelir aklıma, gel de
seni sevme derim…
sevgili mamalak ne güzel demişsin "tam çocuk olmayı öğrenmiştim beni okula gönderdiler" ben çok hevesle gittim okula hatta yaşım tutmuyordu zorla kabul ettirdim kendimi . karneyi yenilebilir(ye- fiili) bir şey sanıyordum. çikolatalı olduğundan emindim. çok küçüktüm, pişmanım!
YanıtlaSilBenim arkadaşlarım hep benden büyüktü. Onlar okula gidince mahallede yalnız kalırdım. O dönemden hatırladığım şey, mahallede çamurdan şekiller yapmaktı tek başıma. Onu da yazdım yazıda. Ben oldum olası her şeyi olduğu gibi kabul etmişimdir. Doğuştan gelen bir şey bu. Okulun varlığı yokluğu, okumak okumamak arasında bence fark yok. Ama bu gerçek, tam çocuk olmayı öğrenmiştim, beni okula gönderdiler. Düşünsene okula gitmeyen mamalakın hala çamurdan şekiller yaptığını. Belki de bu hususta dünyada parmakla gösterilirdim değil mi?
YanıtlaSil