2 Aralık 2015 Çarşamba

Yardım Edelim mi Hanım Abla

Mamalak, siyah ceketinin kollarını sıvamış buzzz gibi soğuğa aldırmaksızın sakallarına sürdüğü bin yıllık tutkunun kapağını çevirip belden yukarsını 25 derece eğerek ve de baş parmağıyla burnuna dokunup yarım ama sert bir nefes çekerek elinde poşetlerle öleyazan bu yirmilik ihtiyarın gözlerine yazdı reçeteyi: “Yardım edelim mi hanım abla?”

Kadın, gülmekle şaşırmak arasında 3 saniye gide gele “gitmek ve gelmek” konusunda ne denli mahir olduğunu ima değil aşikar etti. Konuşmak istedi, konuşamadı. Kuşlar da tam bu sırada 3 kanat çırpışta sahile meyletti.

Böylesi “what the fack” durumlara bitirim ayaklar çizen soykamız en ala emirlere amade selamını çakıp inceden ikiledi –ki bu ikileyiş kadının erkeğin arkasından bakma sebebidir ve de bu durumda erkek arkasına dönüp kadını dikizlememelidir- ve gidiyorum gözüm değil arkada, kaçsak da olur buralardan kaçmasak da mısraları eşliğinde Atakent’e seyretti.

Ah bu şarkıların ta mua goyim şarkısıyla mala bağlayan hanım ablamız mamalakın soykalığına değil, soykalığın doğallığına iç çekti. Belki de bu sıradan bir nefes alıp verişten başka bir şey değildi. Neme lazım, kadındı ve biliyordu alıp vermeyi.  

Velhasıl, onlar vurdu biz de vurduk, bazen onlar vurdu biz durduk, bazen biz vurduk onlar ne yaptı bilmiyoruz şiirinden kotarılma bir yazı duvarı süsledi; altına imza olarak “içsek mi” diye soruldu; “cevaben içsek de olur içmesek de” yazıldı ve eklendi: “Yardım edelim mi hanım abla sorusu dünyanın en tebessüm ettirici sorusudur ve cevapsız ama gülücüklü bakışlarla karşılanmak mamalakın mutlu olmasına kafidir.” Ne demiş Cames Bond: Dünya böyle daha güzel, böyle gelmiş böyle gider. Yes, Frankeştayn…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder