Kardeşlerim derim, kardeşlerim… Son bir
yılda o kadar çok gittim ki… gitmek konulu konferans verilse beni çağırırlar,
hiç konuşmam, çeker giderim…
Ah kardeşlerim, keşke şairler kadar
cesur olsak… Keşke leyla kadar mecnun, mecnun kadar leyla olsak… Her seferinde
gitmeye meyyal olmasak… Kardeşlerim, bu kadar gaddar olmasak…
Bunları yazdım çünkü söz verelim ve o
sözü tutmayalım dedi kadın… Ben üç kuruşluk damarlarımdan ciğerlerime süzülen öksürük
nöbetlerinin anımsattığı yazdan kalma günleri, sedalı sedasız harflerden ya da
sıralı sırasız dağlardan oluşan isimleri kendilerinden mütevellit kadınların
arkamdan ettikleri küfürleri, gece yarısı vardiyası işçileri gibi sabaha nazır
yar bana bir eğlence türünden nidaları, umutla gözlenen caddenin merkez efendi
durağından sola sapınca varılan konakları, çok sesli hiç nakaratlı şarkıların
tesirine kurban verilen aşkları, bir yere gitmeyen yolların durma biçimlerini, ya
o muallayı sandala atıp ruhunda hicranını söyletme hikayesini, burcumun balık
olmasının doğduğum günle bir ilgisi var türünden iç çekişlerimi, bir masaya kaç
kişi sığar bre dostlar türünden çocukluğumuzdan çıkıp gelmiş oyunları, adları, resimleri,
simaları, yazıları, filmleri, kuleleri, toplasam bir günü geçmeyecek hatıraları
ve en önemlisi gençliğimin ergenliğime izdüşümlerini hiç mi hiç hatırlamamış
gibi yapıp kadının yağmurdan ıslanan saçlarının kıvrımlarına bakışımı
nakşederek ve de öksürük nöbetlerinin nöbetten sıyrılıp alışkanlık haline
geldiğini belli etmeyerek ve de hatta aşkın en onulmazı efkara bulanmış sesime
yıkılmadım ama yıkılmayışım paramparça olmadığım anlamına gelmez türünden bir
akustik hava vererek kadının önerisini cevapladım: Olur…
Ne demiştik kardeşlerim… Gitmek… Sadece
gitmek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder