31 Ağustos 2013 Cumartesi

mora'dan doğumgünü kızına ithaf olunur


ne güzel şeysin sen!



hep birlikte, hep yanyana, nice yaşlara! 

waiting since lunch

Selam Mora. 
Hazır güzelim 30 Ağustos'ta mutlu güneşli yaz havası kaçmış, ben evde pinekler ve evdeki tüm perdeler rüzgardan uçuşurken bari senin günün şen geçsin dedim. 
Neşelenmek için bir Vampire Weekend çalayım mı sana? 
New York havası iyi gelir belki, ne dersin? 
Yoksa üzer mi seni ya da bozar mı?
Ama alışmışsındır bence sen, ne de olsa bir yarımada değilsin artık, ne günler gördün geçirdin.
Beni sorarsan bütün yazı bu çocukları dinleyerek geçirdim (çocuk dedimse de öyle hemen küçümseme, koca koca okullar bitirmiş bunlar gençlikte).
Gülme ama kanım Ezra'nın çığlıkları ve Baio abimin sempatik dans figürleri eşliğinde akar oldu sanki artık. Dolayısıyla içimde hep böyle bir hoppidilik, sürekli bir seke seke yürüme isteği...
Neyse tamam çalıyorum bak bi dinle, seversin bence.
(sesi aç sesi!)




30 Ağustos 2013 Cuma

Anlatmama Esasına Dayalı Edebi Olmayan Metin: Boşver Kanka Bir Üçlü Saralım

           

            Not: Zeminimiz Kaymaya Müsaittir Abiler…


            Batıda İyi Kötü’ye, Kötü Çirkin’e, Çirkin İyi’ye, İyi tekrar Kötü’ye, Kötü bu sefer İyi’ye ve sonra hep beraber Çirkin’e bakışmalar ışık hızıyla ıslık sesleri arasında gelip gitmelere meylederken, durumun esbab-ı mucibesine varmış tek gönüllü kişi Don ve de Vito ve de Karleone abimiz reddedemeyeceği bir teklif yapacağı kişiyi arayaduruyor; arayaduruşun haberinin bilmem hangi ayaklı gazete tarafından pss diye yayılmasıyla oluşan dedikodu, gıybet ve binbir türlü iftiraya maruz kalan Paris’te son tangosunu yaparken tescillenmiş marka kurbanı seçilen ama olayla yakından uzaktan alakası olmayan Merlin Monro’nun adı gazetelerin sürmanşet kısmına sürmanşet olarak geçiliyor; yaklaşık beş yüz yıl önce Londra civarındaki cemiyet hayatının bir parçası olmayı kendine borç bilen tiyatro salonlarında üstlendiği yardımcı rollerle geçimini kıt kanaat sağlayan ama yılmadan yıkılmadan dimdik ayakta duran Vilyım ve de Şekspir’in etrafında ellerinde kağıt kalem yok mu ulan bir imza verecek bakışlarıyla mahzun ve de umutlu bir hayran kitlesi birikiyor, aynı hayran kitlesi Vilyım’ın yanından süratle geçerek dönemin en ünlü tiyatrocularından ve de cemiyet hayatının aranan simalarından haftada yaklaşık beş bin paund kazanan ve her biri birbirinden ayrı iki kişi olan Alin ve de Burbage’nin yanına imza istemek maksatlı gidiyor, bahsi geçen isimler bundan beş yüz yıl önce pek muhtemel imza kavramının vücut bulamayışından ötürü birkaç asır bekliyor, imzanın icat edilişinin belediye hoparlörlerinden ilan edilmesiyle oluşan izdihamı engellemeye çalışan polise bir kazık da ben mi atsam diye içten içe düşünen Al ve de Paçino abim Nidıl Park’ın ortasında sırf esrarı bitti diye paniklere bulanıyor, yanına yaklaşan aynı anda hem İlhan hem de Yıldız olmayı becerebilen, az biraz mamalak, pek çok da soykalığı oynamayı marifet belleyen, zemini kaydı mı kaydınız kıraliçem, eğim vardı bi dur açık mert korkusuz demeye fırsat dahi vermeden üzerine yapılan hücumlara ulan acaba hangi köşe benimdi bu nasıl da sağlı sollu ataklar diyerek ve de fena halde halden hale girerek ben kimim, sevgi neydi, sevgi emekti diye düşünen ve Al ve de Paçino’nun harmanlığına harmanlanan yarım akıllı tam buğdaylı abiniz, bir eliyle Al’ın, diğer eliyle Paçino’nun omzuna dokunuyor, ulan omzuna mıydı omuzuna mı diye düşünmeksizin elindeki en okkalısından dert, tasa, asabiyet giderip efkar getirici insan icadı beyaz kağıda sarılı yazısız malzemeyi uzatıyor, yok mu bişeymiz bakışlarıyla etrafı kolaçan eden erkete Al’a boşver kanka bir üçlü saralım diyor, İyi’nin Kötü’ye, Kötü’nün İyi’ye, İyi’nin Çirkin’e sonra Çirkin’in tek başına hem İyi’ye hem Kötü’ye, sonra hep beraber Çirkin’e bakışları hala devam ediyordu…

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Mora'ya Ve Romalı'lara Bu Yazı İlk Ve En Saçma Yazım Olsun...

Merhaba Mora,

Sana neşeli şeyler yazmak isterdim. Ama ne yapalım ki hayat yaşayanlar için acısıyla,tatlısıyla geçiyor işte...Benim payıma bu ara büyük acılar düştü..

Mora, anneciğimi kaybettiğim günden beri hayat bambaşka devam ediyor. Bazen çok hızlı bazen de olabildiğince, boğarcasına yavaş...

İçimde kopan fırtınalardan bahsetsem sayfalarca bitmez. O yüzden bambaşka bir konuya değineyim ben..

Dostluğun, arkadaşlığın elimden tutup kaldırdığı şu günlerde yaşadıklarım için üzgünüm ama kazandıklarım için, tercih ettiklerim için şükretmesini bildiğimden mesela...

Telefonun bir ucunda benimle ağlayan, her gün endişelen güzel insanların var  olduğu hayatımdan belki de...

Birlikte aşacağız sıkıntıları diyen, hayatında beni de bir yere koyan, planlar yapan, evinin kapılarını açan canım dostlarımdan en çok da...

Acaba bu güzel dostlarım bana umut olduklarını farkındalar mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey farklı yerlerde, farklı zamanlarda tanıdığım güzel yüzlü insanların kalbimde bıraktığı izlerin silinmeyecek olması... 

Ne garip herkes gibi benim iyi gün dostum çok oldu Mora. Ama şimdi iki elimin parmaklarının sayısını geçen kötü gün dostlarımın da var olduğunu biliyorum. Görüyorum samimiyetlerini...

Hayat hepimiz için oldukça kısa. Bu yüzden Mora ben anneciğimin acısını yüreğimde taşıyarak, sevdiklerimle el ele, kardeşime hem annelik hem ablalık yaparak devam edeceğim bu yolda... Yanımda olan dostlarımın her zaman var olduğunu bilerek hem de.


Sağolun canlar, sağolun Romalılar, sağolun diğer tüm güzel dostlarım... Sen de sağol Mora...




25 Ağustos 2013 Pazar

gönül dağı

Gönül dağı demişsiniz siz ama daha çok gönlü dağlayan bir şarkı (türkü) olmuş bu.
Söyleyen de Pinhani. 
Hani Kavak Yelleri vardı, yüzyıla yakın sürdü. Hani her fragman geçişinde Pinhani çalardı hele bi gel derdi, ya da bir anda bir anda bir anda!
Sıkılmıştın tabi o sıklıkta bu sese maruz kalmaktan, çünkü popüler müzisyenlerden pek de farklı sayılmazlardı hani. Ayrıca diziyle beraber fazlaca popüler kültür de olmuşlardı. 
Belki onların istediği de bu değildi gerçi, ama kaçamadılar dünyanın kötülüklerinden.
Para lazım para, herkese lazım o.
Evet o geceye kadar düşüncelerin böyleydi belki, ama herkes hata yapar, 
önemli olan dönüş yolunu bulabilmektir bir gün Romalı. Pardon Moralı!
Aslında hiç de sandığın kadar popüler kültür değillermiş baksana,
kim kaldı o eski romantiklerden şunun şurasında.
Müziğe gönül vermek zaten oldukça değerli bir ifade biçimiyken, sen kalk grubuna büyük dedenin şiirlerinde kullandığı mahlası ad olarak koy. 
Ah o dedeler ve torunları. Dünya belki de sizin sayenizde güzel.
Ve içimizde kabaran bir adet "herşey binip gitmemiş uçurtmalara demek ki" sevinci.
Sonuç olarak öyle bir çırpıda söyleyivermelik bir pinhani de değiller yani, Pinhâni'ler. 
Ağırlar, duygulular, alçakgönüllüler, biraz aşık olabilirler
(biraz da kilo almışlar son senelerde, sonra saçlar da uzamış...)
Size saygıda kusur etmem bundan sonra abiler, büyüksünüz.






24 Ağustos 2013 Cumartesi

Daa Deminki Yazıların Daa Demin Okunur Okunmaz Beni Alıp Halden Hale Sürükleyip... Başlık Tamamlanmadan Neşet Ertaş Türküsünün Sözlerini Değiştirerek Seslenir: Ah O Yazılarını Sevdiğim Mora, Sana Bir Yazım Var, Yazamıyorum...

            Uzun cümleler kurmayı seviyorum Mora. Hani böyle içinden koparırcasına, hafif buğulu ve en okkalısından sigara dumanlı üç beş kelimenin oynaştığı cümleler var ya… Şairin konuşmayı bilmediğini itiraf ettiği günden beri, ben yazı yazmayı bilmiyorum Mora! Adam ormana düşer Mora, ve ben sana sırılsıklam…

            Fonda Neşet Baba, her zamankinden daha dertli çığırır: Gendim ettim, gendim buldum… Bir sigara dumanı… Ve ben Mora’ya daha bir sırılsıklam…

            Sonra oturur kıyısından köşesinden tutunulmuş bir hayatın damarlarına, o damar ki Mora, bir ormanda prenses ne kadar prensesse o kadar prenses işte… Cümlenin sonunu üstat getirir ve ben sana öyle böyle değil.

            Adam ormana düşünce Mora, ormanın ormanlığı ortadan kalkar, Mora’nın Mora’lığı ortadan kalkar, birinin diğerine ithafta bulunuşu, biri, diğeri, dahası ithaf ortadan kalkar, adam ortadan kalkar, yazı ortadan kalkar, getiremedim ya la ben bu cümlenin sonunuJ

            Fonda Neşet Baba, daha deminkinden daha dertli çığırır: Anma beni, anma leyli leyli… Ve ben Mora, sigara içişimin sigara içişimden başka türlü bir şey olduğunu anlayarak ama kendime belli etmeyerek, uzun cümleler kurmayı beceremeyecek kadar… Cümlenin sonunu üstat getirir: Bilemedim gıymatini gadrini, hata benim günah benim suç benim.

            Üstat bana Zahidem gurbanım oy demeyi yasakladı Mora. Ve ben sana tepeden tırnağa…

22 Ağustos 2013 Perşembe

İthaf olunamaz ama...

Onsuz olmuyordu, ne zamandır.. Ne zamandır, düşünmediğim, duymadığım, hatırlamadığım ne varsa elinde bir sepetle çıkıp geldi. Bir bir içinden çıkarıp " burası çok güzel bir orman..." diye anlatmaya başladı. Hani masal mı bu diye bir baktık, içerledi içten içe. Demedi kimseye. Masal olamayacak kadar güzel olana masal demenin manasını bilemedik başta tabi.

Durdu sordu kendine. Ben buradaysam burda olmamı sağlayan "şey"lerle bir meselem olmalıydı. Bu meseleyi benim çözmem lazımdı, herkesin yarım bıraktığı yerden soruyu sormalı orada devam etmeliydim, dedi. Biz yine şöyle bir baktık, anlarız bir vakit dedik.
Biteviye soru sormanın sökülmeye başlayan ilmek, aynaların çapraz açısında milyonu bulan akislerle benzeşimini onca kafa karışıklığına rağmen çözmüştü, bundandı can sıkıntısı, sordukça bitmeyeceğini bile bile sordu. Sonra sustu, bir kahkaha attı "ağzı durdu tavana vurdu", o derece. Eğlendiği yalan değildi. Onca kafa karışıklığından çokça eğlenmesini bilirdi de buna şaşardık asıl biz. Sonra başlardı yine "size bir şey söyleyim mi? Yaklaş yaklaş azcık burası çoook güzel bir orman.."
Kedilerle konuşabildiğindendi halden hale girmesi, bazı mevzularda hemencecik kaybolabilmesi. Velhasıl ne zamandır sorusunu anlamsız kılacak kadar zamansızdı, biz de bunu sevdik. Bir gülüp bir ağlayabilmesinin anlamını, onu böyle kılan "şeylerle" meselesini sevdik, onsuz olmuyordu ne zamandır..

20 Ağustos 2013 Salı

bir önceki yazı ve bazı diğer şeyler hakkında

kimi yazılar ilk okuyuşta çarpar insanı. çarpmanın da ötesinde bilettir sanki başka bir aleme, hiç bitmesin istersin bu yolculuk. kim bilir benden önce kimler anlattı bu bilet-yolculuk benzetmesiyle bu okurken kaptırma halini. ama olsun dedim bir kez de ben anlatayım. çünkü bu kez yazarını tanıyorum okuduğum şeyin. sadece tanımak mı. bir de bayağı tutkunum.

yazamam, edemem, bilemem ben diyesiymiş kendisi, ama bir yazmış tepesi dumanlı bu şehirde ormanlar yeşermiş, ormanlarda ağaçlar filizlenmiş , ağaçlarda kuşlar şakımış, kuşların şakıyışına tavşanlar uykularından uyanmış... uykudan uyanmış, gözleri çapaklı mahmur tavşanlar demişler "hayrola?"

herşeyleri herkeslerden önce öğrenen meraklı geyik diyesiymiş;
adı tekerleme, masalı güzelleme bir prenses geldi ormanımıza, ona hoşgeldine gidilecek, kuşlar besteledikleri şarkıya prova yapıyorlar.

gözleri çapacıklı tavşanlar kulak kulağa vermişler bir zaman fısıldaşmış hallenmişler, tekmili birden hoşgeldine gitmeye karar vermişler. kuşlara bize de görev verin demişler.

kuşların maestrosu diyesiymiş, şarkının bazı yerlerinde es veriyoruz, siz de o arada zıplarsınız, şarkının ahengi artar.

minik tavşan es de ne ola ki diyesiymiş de susturmuşlar, iyi de olmuş zira maestronun böyle cahillere hiç tahammülü yokmuş.

provalar edilmiş, hazırlıklar tamama erdirilmiş. hürmeten aslana davetçibaşı ceylan gönderilmiş, aslan adı gibi gözleri de davetkâr ceylana, elbet ben de gelirim demiş.

toplanmışlar orman ahalisi varmışlar güzeller güzeli prenseslerinin yanına. prensesesin güzelliği tüm ahaliyi büyülemiş, maestronun bir kaç kez başlama hareketini yapması gerekmiş. ve sonunda başlamış hoşgeldin şarkısı;

cik cik cik cik zıp zıp  cik cik zıp zıp cik cik zıp zıp ve de cik ve de zıp

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Beş Dakkada Beşiktaş

            Ben böyleyim işte…
Avuç içinden su içmeyi, gördüğüm her deniz gel-gitlerine cigara sarmayı ve saatin 1, 2, 3, 4, 5, leylalara vurmasını erkeklikten sayarım. Bir de geceleri efkara bağlanmayı, kılavuzun göremediği kıyılara yalnız vurmayı ve de sevdiğini öperek değil, dürterek uyandırmayı erkeklikten sayarım. Ve hatta erkeklikten sayarım, erkeklikten saymayı yaptığım bu işleri.
           
            Bunları yazdım, çünkü şiir neden güzeldir? diye sordu kadın… Ben efkarımı göğüs kafesimden aşağı bilmem hangi marka dokunmatik cep telefonunun kenarından geçirerek ve fena halde öksürük nöbetlerine tutularak Cahit abimin ettiği fermanı arayadurmuş, bunu okusaydın bu soruyu sormazdın, diyen bir bakışla kaşlarımı oynatmaksızın sert bir mizaca bürünmüş ama sonra birden yumuşamış havası katan duruşumu sabit bir noktada kilitlemiş, kadına kadınlığını bildirir fermandır mısralarını vücudumdan ötede bir yere koyarak şairi ön plana çıkarışıma ve kadın tarafından şiirin iki defa üst üste okunmasına rağmen Beşiktaş mısrasının iki seferde de gözden kaçması dışında mazereti asla kabul edilemeyecek bir şekilde şiirin benimsenmeyişinden doğan hayal kırıklığına kızgınlığın eklenip yağda eritilip tuzuydu, şekeriydi ne vardıysa şerbetlenerek oluşan ve hala ne manaya geldiğini çözemediğim en acısından bir omuz silkme hareketimi yapıp, öksürük nöbetlerinden kurtulmuş ama aramaktan sıyrılamadığı için öksürmeye devam eden bir tavırla sen o zaman otur bunu dinle, yok sana şiir miir, beğenseydin Galile Denizi’nde birlikte yüzüp saatin 1, 2, 3, 4, 5, leylalarda oluşunu izleyerek ve de fena halde şairliğe bürünerek’le başlayan cümleler kurarak şu şarkıyı kısık sesle açtım: Hangi oje yakışmaz ki kız sana, ver ayağı bana…


15 Ağustos 2013 Perşembe

Bets'i üzmeyin ulan!



DD: Betts, iyi misin?

BD: Evet.

DD: Ne oldu?

BD: Yok bir şey. Düşünüyordum da...Çok mutluyum. Hayatının bir parçası olmak
istediğimi söylediğimde kastettiğim buydu. Biz iyi bir çiftiz.

11 Ağustos 2013 Pazar

BARIŞ MANÇO ŞARKILARI YASAKLANSIN!


         Ya da yasaklanmasın. Ama Cem Karaca mutlaka yasaklanmalı. Az biraz Al Paçino filmleri ve ucundan kıyısından kesip, orasından burasından sansürlemek kaidesiyle Sadri Alışık vidyoları… Vidyoları dediğime bakmayın, içerleniyorum televizyoncularca kesilmeye mahkum filmlerinin televizyoncularca kesilmeye mahkum oluşuna, dilim gitmiyor, elim zaten varmaz.

          Yani dediğim o ki, ben aslında eğlenceli adamımdır, Cem Karaca dinlemediğim zamanlarda. Kimseyi eğlendiremezsem, oturur kendimi eğlendiririm. Az biraz da efkarlıyımdır. Fena halde yangın, yangın halde fenayımdır. Koru kendini bitten, bir de bahar akşamlarından…

           Böyle buyurmuş anarşist görünümlü şair kişi.

          Terkedilme sebebidir zat-ı şahanelerimin şekil A’dakilere benzer yazıları. Neden gittiniz diye sormadım ama ben kendimi en çok yukarıdakiler yüzünden terk ederim. Hayatımda bir defaya ve de kuvvetle muhtemel son defaya mahsus öyle bir terk edilişim var ki benim… Şair görünümlü aşık kişinin de dediği gibi alımlı değme kadında yok.

          Gideceği, kapıya yönelişinden belliydi. Ben erkekliği fora, ağlamayı rafa kaldırmakla meşguldüm. Bir eliyle kapıyı açıyordu. Ben kafayı havaya kaldırıp gözlerini küçültmek suretiyle sevgiliye doğru yıkılgan ama gururlu bakış fırlatma hareketini Behzat amirim daha Türk televizyonlarına konmadan çok daha önce ilk orada yapıyordum. Bir eliyle kapının kolunu tutarken diğer eliyle ne yaptığını malum hareketin çevreyi süzme kapasitesini daraltması gerekçesiyle sezemiyordum. Ağlıyor muydu, öyle böyle değil… Gidecek miydi? Fena halde…

          Aklınızda bulunsun, giderken bir adama son söz olarak seni seviyorum demenin, o adamın hatırasında zamanın dahi merhem olamayacağı türden efkar izlerine sebep olacağı pek muhtemeldir. Test edilip onaylanmış türden hem de.
           
         Nasihatimdir: Giderken son sözü seni seviyorum olan biri çıkarsa karşınıza, gitme lan deyin. Gitme… Bunun erkekliğe kemre sürdürmek olduğunu düşünüyorsanız, benim seviyeme inmişsiniz demektir –ki bu, tepeden tırnağa seviyesizliktir.

           Yaz dostum, Barış söyler kendi bir ders alır mı? demiş şarkıcı görünümlü şair kişi.

          Tüm bu bilgiler ışığında, her ne kadar efkarımızın şarkılardan değil, şarkıların efkarımızdan müteşekkil olduğunu bilsek de, rütük’e düşen görev, Barış Manço şarkılarını, o olmadı Al Pacino filmlerini, o da olmadı Sadri Alışık vidyolarını, hani olur da, o da olmazsa Cem Karaca şarkılarını fena halde yasaklamaktan mütevellittir.

         Şayet, rütük beyimiz üzerine düşen görevi yerine getirmezse, her beş buçuk dakikada bir telefon açmak suretiyle rütük’e gereğinin yapılmasını arz etmek, siz olmayan okuyucularıma bahşettiğim yegane vazifedir. Üzerinde bilhassa durulması gereken husus, arzı-ı hal’in her beş buçuk dakikada bir yapılması zaruriyetidir. Zira hep kahır hep kahır hep kahır hep kahır bıktım beeee şarkısı beş buçuk dakika sürmektedir.

          İkinci tekil bir şahıs hayatım hakkında sorular sorduğunda,

Üzgünsün, üzgünüm, üzgünüz
Mutlusun Mutlusun Mutluyuz

şeklinde belirttiydim içinde bulunduğum halet-i ruhiyeyi… Ayıp etmişiz… Meğer fayton sahibi şair kişiliğimiz yıllar evvelinden özetlemiş ve kondurmuş yazının sonunu:

Velhasıl kelam, onlar vurdu biz büyüdük kardeşlerim.

Not: Bu yazıda ve bundan sonraki bütün yazılarda var olan her şey birer yalandan ibarettir. Kullanılmayan tırnak işaretlerinden tutun da yapılan tüm yazım yanlışlarına, hatta hikaye zamanındaki tutarsızlıklara kadar yazılar ile ilgili tüm saçmalıklar yazarın kendisinin sorumluluğu altındadır. Söylemesi ayıp kendisi az biraz sorumlu, pek çok da sorunlu bir kişiliktir.

                                                                                                       

koş hanım koş! moralılar geldi koş!