30 Ocak 2014 Perşembe

Yıllanmamalar: Üzgünsün, Üzgünüm, Üzgünüz; Mutlusun, Mutlusun, Mutluyuz...

Sen ne iyiydin güzeldiysen de değildiysen de
Kocan ne iyiydi sonra İzmir ilinde gökyüzüleri

Dün olduğu gibi bugün de anlatamayacak hiçbir kelime güzelliğini…

Ben senin güzelliğin gözlerine uyandım. Kalktım sonra çiçeklerimi dizdim saksına. Ellerini saydım, ellerin milyon defaydı. Ben senin incecik bileklerin, ben senin ayak parmakların, denizlerin sonra, ırmakları mesken tutulmuş köprülerin. Birlikte nice okyanus, nice engebe…

Sen şimdi saat kulesinin altında sevdiğin adamın elinden tutuyorsun, bırak beni maziye dalayım…

Ben senin ülkenden milyon defa sürüldüm. Milyon defa söndürdüm kül tablamda güllerini. Birlikte surlarından sularıma nergisler topladım. Böyle kaç gece gözlerin güzelliğine yandım. Denizlerin vardı sonra, denizlerin yaban iklimlerime güneş. Denizlerin, mahallemin siyah sevda yakası… Kaldım denizlerinin güz bırakmayan güzelliğinde. Kaldım işte, bırak kalayım öylece…

Sen akyakada ya da marmariste bir ağacın dibinde şarkılar söylüyorsun: Çok aşığın var diyorlar, yalan de yeter bana…

Ben senin can yakmayan güzelliğine bulandım. Bulandım bir kez, izi kaldı, tadı kaldı, sesi kaldı, seni kaldı… Ben senin şehrine milyon defa vuruldum. Milyon defa dudaklarında ismim arandı.

Bir ara hücrelerime gözlerini kazıdın. Bilinçaltım sağanak yağmurlarınla yıkandı…

Evvelden de böyleydik biz seninle. Mesela ben üşüdün derdim, giysene şu ceketi. Sen üşümem ki derdin, sıcak senin yanın. Mesela sen dünyayı avuçlarına almış mona lisa tablosu gülüşünle portakal soyardın, portakal sonra kan kırmızı, süt beyaz. Varlığın avuçlarımda sanardım, dudaklarında parmak izlerim. Hey yavrum hey, sana dönmek içinmiş bütün gidişlerim…

Sahilde milyon kere ayten şiirini birlikte okuyoruz. Ben bir ara aşka gelip adın diyorum, nefes alıp vermemin erketesi…

Beni bilirsin… Hala erkeklikten sayıyorum, erkeklikten saymayı yaptığım her işi. Mesela alıp bir bulut koyuyorum karanlıklara ne güzel, pınarları taşıyor okyanusların. Birkaç kez denedim yerine başkalarını koymayı. Bazen beşiktaştan beykoza açılan bir sandaldım. Bazen İstanbulun her semtinde koşar adım tarandım. Hiç hüküm giymedim sevda suçundan ama çok tutuklandım…

Tepeden tırnağa aşk adın. Güvercinler sayıklasın adını, aşık olsun…

Sen, bembeyaz bir sigara… Dumansız, sevdalı bembeyaz bir sigara… Hala seni çekiyorum içime kafayı bulmak için. Ve hala uçuyoruz birlikte gökyüzüne… Kainatın izmir yakasında en sevdiğin şiir: Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler…

Sen yazdığım denizlersin öylece... Bırak beni denizlerinde kalayım. 

29 Ocak 2014 Çarşamba

Döndüresim Var Dünya Kadınlarını Deliye; Ne Karlo’nun Yumruğu, Ne Mora’nın Gözleri Kalacak Geriye

Toparlan oğlum, bu gece gökyüzüne aşkımızı ilan edicez. Önce mürekkep yalamış kuş tüyünden tavuz sütünden entarimize merhem sürüp, yeşillerine şarkılar düzülmüş gençliğimizi bir ufak bulut göbeğine sericez de, mehtaba göz kırpıp hanimiş benim ay yüzlüm diye nameler inleticez. Yok mu bana da bir dirhem izmarit veren, dilberlere dere beylerine dile benden ne dilersen…

Yaklaş be oğlum, yaklaşınca yakınlaşınca bir garip olur sağın solun. Tut nefesini 10 saniye bir ki üç dört salmayan top olsun mu, olsun madem, olsun madam. Afedersiniz, size gökyüzü diyebilir miyim acaba, yer yüzünde aradığımı bulamadım da…

Sahi, senin kirpiklerinle olmuşların arasındaki mesafenin ergenliğime izdüşümü neden bu kadar kısa? Belki de meksikanızın ince bölgesinde gezinmek gerekecek, kuş uçuşu, kuş bakışı, kuş ötüşü, kuş kaçışı. Bir berber bir berbere bre berber gel beraber. Bıkmışım her gün aynı teranelerden ben. Sağım solum sobe, saklanmayan ebe. Pardon, kendimi perdenizin arasında saklanırken buldum da, hemen toparlanıp namenize nameler düzmeye gidicem. Bu saatte hırsızlık kaç dakika sürer madam.

Meğer adam kleopatranın kilolu hallerine kafayı takmış da, kancasına karınca kararınca meseleleri takmadığından namahreme el sürmemiş. Peki bu durumda aşık olmak rafa kaldırılır mı madonna? Belki de şehrimize doğalgaz gibi doğalaşk bağlanır da, rafa kaldırma işlemi gökyüzüne yükselir. Hem taş atıp elimiz mi yorulacak, altı üstü alttan üstten yandan yandan…

Şu konuda anlaşalım çocuk. Şakadan makadan, gülmeceden bilmeceden, hadesten taharetten vazgeçmedim vazgeçmem sindirella masalları dinlemekten. (Hadesten taharetten’e gülümseyen dört tarafı kalbimle çevrili moralıya göndermiş bulunmaktayım göz kırpıcığımı)

Ne diyorduk, ne diyorsak onu diyorduk. Gök yüzüne aşk-ı ilan, ilan-ı aşk, aşk-ı memnu, memnun, mecnun, leyla. Kafa gidik hala…


Gökyüzücüğüm, ben size sırılsıklam, tepeden tırnağa, en ıslak hallerimle aşığım. Pantolonum gömleğimin yakasında toplu iğne, karşınızda bir avuç göz yaşı, iki avuç pişmanlık, birkaç defa da ters düz olmuş, alabora, fena halde titanik, fena olmayan halde esaretinizin bedeliyim. Malum dolar da aldı başını gitti, acaba bu gece üzerimizdeki bütün para birimlerini çıkarabilir miyiz? Ben sabahlamayı düşünüyorum da, eğer siz de isterseniz…

28 Ocak 2014 Salı

Çirkin Kraliçe

Çirkin kraliçe’me yazı yazmaya karar verip bu sayfayı açtım. Ancak, hiç olmadık bir anda Ayak’ımı buldum. Uyakları da yazıyı yazarken bulmaya çalışcam. Başlığı koyarken yazı yazmaya kararlıydım. Ama çok anlamlı ayak, beni şiire yöneltti. Hadi bakalımJ

Bir gün bitecek madem
Bu gençlik bu alem
Naz etme sen de ey bebem
Az birazdır az biraz
Az birazdır az biraz

Bu benimki sevda değil
İçimde noksan defa eğil
Yaklaş zaman çok değil
Az birazdır az biraz
Az birazdır az biraz

Mamalak der ki gelecek yaz
Soykalıktan zarar çıkmaz
Gel de sen de etme naz
Az birazdır az biraz
Az birazdır az biraz…

Şiir bi cacıka benzemediği için yazmaktan vazgeçtim. Zaten çirkin kraliçem elvedayı hak etmiyordu. Çirkin dediysem, çirkin de değil haa. Bütün çıplaklar güzeldir dostlarım… Ve bütün güzeller çıplak…

Ama kraliçe… Her şeye rağmen AVEA’ya geçmek güzeldi…

25 Ocak 2014 Cumartesi

Kafe

Bu üçüncü yıl. Üç yıl önce, O' nu ilk gördüğümde deliler gibi vurulmuştum. Zaten ondan sonra yaptıklarım normal benle çok alakalı değillerdi. Ta nerelerden onu takip edip, bu kafeye girdiğini görmüş, ancak daha ilerisine cesaret edemeyip geri dönmüştüm. Ne geri dönmek ama! Hangi dolmuşa, hangi otobüse bindiysem artık, nerede olduğum konusunda hiçbir fikrim olmayan bir yerde ne yapmak istediğimi hatırlamış, ancak gecenin bir köründe evime varabilmiştim.
Tam altı saattir, aynı yerinde oturuyorum kafenin. Çok farklı heyecanlar içerisinde. Bu gün büyük gün. Geldi çattı. Saçım, başım düzgün, ya da şöyle diyeyim, en azından ben düzgün olduğunu düşünüyorum. Masada çiçeğim. Avuçlarım her zamanki gibi terden sırılsıklam.
Kafe, denizin kenarında bir yerde, az salaş, pek gösterişsiz. O getirmeseydi buraya pek geleceğimi sanmazdım. Bir çalışanı var, çayları getiren çocuk, bir de kafenin sahibi. Onlarda artık tanıyor beni, biliyorlar çay sormaya gelmelerinin üç ve üçün katlarında evet dediğimi. Az kurnaz değil çaycı çocuk, gittikçe azalttı iki "abi bir şey içmek istermisin?" sorusu arasında geçen süreyi, ne yapsın oturunca kalkmak bilmiyorum tabi, ekmek parası.
Dedim ya üç senedir geliyorum buraya, O' nun buraya geldiğini gördükten sonra uzun bir müddet sürekli geldim buraya, gün atlamadan. Hangi günler gelir diye belirlemem biraz zaman aldı ancak, kabataslak bir istatistik ile haftaiçi ve haftasonu birer gün onu görebilmeyi mutad hale getirdim.
Yalnız gelmiyordu. Her zaman arkadaşlarıyla beraber gelir, her zamanki masalarında epey otururlardı. Ben her zaman O' nlardan önce gelmiş olur, O' nu rahatça görebileceğim yeri özenle seçer oturur, gelmelerini beklerdim. Geldiklerinden sonra, muhabbetlerine kulak kesilir, neyi sevip neyden hoşlanmadığını anlamaya çalışır, okuduğunu söylediği kitapları, dinlediğini söylediği müzikleri aklımda tutmaya çalışırdım. Seyretmeye, müzik notaları gibi sesini dinlemeye doyamıyor, adeta zamanın akışını unutuyordum. Konuşmalarına kulak kabarta kabarta belli bir seviyede edebiyat ve müzik tutkum oluştu. Evvelden okuyacağımı-dinleyeceğimi-izleyeceğimi sanmadığım şeyleri okumaya-dinlemeye-izlemeye başlamıştım. Sevmek böyle birşeymiş işte. İlk ondan duyup, hemen gidip almıştım Sahilde Kafka'yı. Hatta ondan sonraki hafta kitabı koltuğum altına alıp gitmiş, masamın üstüne onun göreceği en uygun pozisyonda konumlandırmıştım. Ne gezer, o kadar çabama rağmen hiçbir zaman beni farketmedi. En azından bu güne kadar. Ümitsiz değilim, bu makus talih bugün değişecek.
Aslında haksızlık yapmayayım, bir keresinde arkadaşlarıyla beraber fotoğraflarını çekmemi istemediler değil. Benden istendiğinde yaparken en başarısız olduğum şeyi istemişlerdi. Zaten normalde fotoğraf çekerken elim titrer, bir de O'nun fotoğrafını çekmeye çalışmak...
Geçen sene tam da bugün, doğum gününün ne zaman olduğunu öğrendim. Zaten o günden bu yana bu plan içerisindeyim. Bir sonraki doğum gününde, yani bugün yanına, oturduğu masaya gidip O' nu sevdiğimi söyleyecektim. Üç yıldır, O' nu gördüğüm o ilk andan itibaren neler yaptığımı anlatacak, ancak cesaretimi topladığımı söyleyecek, o en sevdiği çiçeği uzatarak reveransımı tamamlayacaktım. Doğum gününde.
Altı saat oldu. Hala gelmedi. Bekliyorum. Bunca zaman bekledim. Beklemeye devam edeceğim. Gelecek.


24 Ocak 2014 Cuma

cemalim

-hayırlı işler. kolay gelsin.
-hoşgeldiniz.
-ya muhtarlık ne tarafta biliyor musunuz? ( bu, tam böyle sorulmamış olabilir)
-hııı bu beş oldu. bugün son gün de mi?
-evet.
(adam kapıya yönelir.)
-ya ben aslında biliyordum da yerini şurdan mı gitmeliyim yoksa öteki yoldan mı kestiremedim.
- sizi daha önce hiç görmedim.
- aşağıda hastanenin orda oturuyorum.
-hiç alışverişe de gelmediniz.
-dediğim gibi biraz ters kalıyor. o kadar yakın değil.
-bak şu ilerde bir üçlü var onları görüyon mu?
-evet.
-onlarda muhtarlığa gidiyormuş. onları takip et.
-teşekkürler.
-keşke yakın olsaymış
-(sessizlik ve gitmeye yelteniş var)
-alışverişe gelirdiniz ne güzel. arada gelseniz ne güzel olur, alışveriş yaparsınız.
- iyi günler.
-arada gelin güzel olur.
- teşekkür ederim.
üç kişinin ardından yeller esmektedir.

not: bu yazının devamı gelecektir. yurdum insanı sağ olsun!

al bakalım ebi; moralılara fotoğraf falı!

yalnızca batıdan gelip doğuya hükmeden ve ortadünyayı kendine mesken edinen kadınlara özgü hisli göz rengine sahip ebi'ye sihirli şiirli taşlar,




sana kendine ait bir oda adınısenkoy,




 tercihlerden, kararlardan, sonuçlardan yorgun mamalak'a tatlı bir sigara kahve molası,




 lablarda, deneylerde ve de hep yollardaki tuco'ya sakinik, dinginlik,




gkcgnr'ime notalardan yıldızlar, şapkalar, gemiler,






aslında hepsini hepinize, hepsini hepimize yollasam görünce sevinir misiniz?


ha bi de çocukken arkadaş olalım ister misiz? 





23 Ocak 2014 Perşembe

 mora sen bir yarımada değilsin de nesin!!!

sana ne oldu mora, bir derde tutulmuşsun.
bir ekmek kadar aziz fikirlerim böyle yitti 
metropoller ve araba kornaları kahrolsun
bir mısra sağ elimden karanlık suya düştü


esinlenilen sezai karakoç'un, ve mona rosa şiiridir:
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü.
..
 


bir de baktım ki mora karalara bürünmüş.. meğersem mora kapkara'ymış..


12 Ocak 2014 Pazar

Savur Gözlerindeki Entarisiz Efkarı, Adında Ceylan Yavrusunu Andıran Bir Kelebek Saklı Senin

Çünkü romanın prensleri dört gün dört gece kapında yatmış da, bana mısın dememiş elletmemiş kelebeklerini Akdeniz’in. Hem sorsan neler söyler, ağzı dili gümüş lakırdı, yaylan kızım geliyor roman atlısı.

Kim demiş sevdiğini sevdiğine söylesin diye herkes? Cebimizde küheylan cakalı izmarit var bizim, beynimiz kokoreç kıvamında şiirlerle dolu. Dilimiz kilit, boynumuz aşktan ince, severler güzeli genç üse. Güzel dediğin, kendini gösterecek şöyle mehtaba ki, önce ceylanlar kıskanacak, sonra Kleopatra uğruna ressamlar boğdursun. Hey yavrum hey, salın şöyle boylu boyunca da, Karacaoğlan namına mısralar doldursun.

Bak dedim velet, bu sokaklara adımız kırmızı boyalarla yazıldı bizim. Bu dağların tepelerinde nice dilberler oraç çekiç kızartıyor. Dere kenarında kavak ağacı mıyız lan biz? Budarım ah vahlarını, olmuşları olgunlaşmış Madonna’nın, ziyade olsun.

Fırlat bize maskarası girdaplara dikizli gözlerden de, neşemiz diyorum yerine gelsin. Hani sen birinci kırlangıç mevsimlere gebeydin? Yoksa dilin bacaklarına dolandı da, ondan mıdır nöbetleri öksürüklerinde gizli iç çekişlerinin?

Af edersiniz, sizi bir gece yarısı tenhada sıkıştırabilir miyim? Gözlerinizin ahusuna vuruldum der, gerekirse müebbet yerim. Aşk dediğin dallı budaklı omuzlarından geriye kalan girdabın madam, biraz sakla da kıskanılsın şiirlerim.

Benim bir dalgam var şimdi tek sıkımlık. Bak desem, biraz sola kay desem, şöyle bir demlensen, gökyüzü bulutlarına dünya turu verecek de, bulutlar sizi bırakıp gitmeyecek, o derece.

Bakar mısınız? Hakkınızda çıkan dedikodulara ne cevap vereceksiniz? Meğer Parlement caddesinde Malbora’yı Winston’la aldatmışsınız. Parlement sizden şikim şikim şikayetçi, Malbora tirim tirim titriyor, winston da kendine fena fena sansür uygulamış, öyle diyolla. -Bakın ben Malborayı Winstonla aldatmadım, hele Parlement caddesinde hiç aldatmadım, biz Parlementle birbirimizi seviyoruz. -Parlement’le mi? Ama siz malborayla evlisiniz? -Evet ama Parlementi seviyorum. Napabilirim.


Sonra sen, televizyonu kapattın. Bütün dedikodulardan uzak, sessizce bir Parlement yaktın. Anladın, magazin artık ciğerlerimize işlemiş. Işığı söndürdün. Dolambaçlı hikayeme daldın. Dün gece de buna benzer bir şey olmuştu dedin. Boş ver dedim. Gözlerine dört defa kelebek damlattın. Efkarıma boylu boyunca uzandın. Geriye tek kullanımlık ay ışığı bıraktın. Bir ara durdun, belki de onlar haklıdır dedin. Boş ver dedim, boş verdin…

8 Ocak 2014 Çarşamba

Yıllanmalar 2: Meğer Ne Çok İçmişim, Yıllar Geçmiş Hala Sarhoşum

Yıl: 2003
Ben sizi ilk pazartesi topyekün marş bestelerken kainat dilberini ararken gördüm.

Yıl: 2004
Sedalı sedasız harflerden oluşan soyunma odanda aşkım ilhan yazılmış, kıymete bindi sonra dönüp bana bir daha baktınız.

Yıl: 2003
Karagözlü dilberdiniz saçlarınız uzamış rüzgar estikçe hiç merdiven çıkmamışsınız belli.

Yıl: 2005
Önemli meselemle karşınızda durdum, rüzgar esmiyor siz rüzgar varmış gibi salındınız.

Yıl: 2003
Ben size ilk şiir yazdım gözünüze değmedi hiç, balkon meftun siz değil. Defterime seni seviyorum yazıldı, incelendi ben siz sandım değildiniz o gece büyük plan.

Yıl: 2006
Ben gökyüzünü çıkarıp elinize verdim istemem ön cebime koy dediniz güldünüz bu ne güzel.
Sonra çıkarıp gençliğinizi serdiniz önüme yaşlanmış filizleriniz geceme damladı. Ben votkalı gömleğime sardım sizi çünkü mesele siz değildiniz çünkü denizdir kenarı gençliğimin. Bir adım çaprazda yemyeşil bir kadın sizin yüzünüzden ağladı.

Yıl: 2007
Bir gece düşlerime uyandınız yoksa sen hala dediniz ama ben çoktan yırtmıştım karanlığımı. Başka bir şey yoksa artık güleyim çünkü bu gece zafer gecesi sizin için tasarlanmış.  Ağlamaklı gözleri süzdünüz ben gaddar adamım bak şimdi sen ağla, ağladınız.

Yıl: 2011
Siz ben geldim dediniz baktım ön cebiniz beşiktaş sahili. Kadınlar dizlerini ovaladı çünkü güzeldiniz ama hiç benzemediniz, benzeyemezsiniz. Yanlış zamanda doğru mekan seçtiniz açtınız baktınız hediye sandığı tanıdık. Üç dirhem yalnızlığıma göz kulak oldunuz bir daha uslanmazsınız dedim, uslanmadınız. Ben yarın arıcam dedim siz telefon ön cebinizde beklediniz bugün geldi yarın hiç gelmedi. Siz bir yanlışlık, anladınız doğru mesele 2003, fena.

Yıl: 2007
Ben gidicem dedim o gece ilk gitmedim son gitmedim hep gittim gene oldu gene gittim gelişlerim gidişlerime ayarlı.
Siz hacettepeli şarkılar sevmediniz çünkü yeşimden bozma taşlarla boğaz kirli.
İlk limanda bindim bir gemiye ilk can ikinci can bir şarkı daha şimdi iki nefret.
Ben anladım meğer kışın hurma yemişsiniz şimdi sızlatıyor içinizi, perdenizin arasında ergenliğim.

Yıl: 2014
Siz başınızı alıp çevirdiniz başlar çevrilmek içindir kaşlarınız yerli aşklara çatık.
Satırlarına şairler saplanmış olay yeri 4541 merkez cinayet büro bu kadın üç yıl önce öldü.
Siz verip kendinizi kurtuldum sandınız meğer hala yaşıyorsunuz hayat kısa, bitkisel.

Böyle bir geceden hatıralarla çıktınız alıp ön cebinizi yokladınız, ön cebiniz hala benim.

1 Ocak 2014 Çarşamba

Düşlerimizdeyiz, Kıskanılası Doğa Bizim Başlıklı Resmin Arka Planına Monte Edilmiş, Şairin Şiirinden Vazgeçtiği Geceden Beri Orada Asılı Duran Kadının Ceketinin İç Cebinde Parlement Sigarası Olma İhtimalinin Olasılık Teorisine Göre Yerleştirilmiş Kutup Yıldızı Pusulasına Yazılmış Şiirdir

Faucault Sarkacı’ndan trenler geçiyor. İklimlerinde ateşi nüksetmiş zifiri aralık intiharı. Umberto Eco bir kitap açıp okuyor içinde bir dirhem yalnızlık. Ben gözlerinize parlement dumanları savuruyorum gözleriniz çünkü sessiz liman. Terliksi hayvanlar ve terliksiz sonbahar kuşları damlıyor saçaklarımızdan gece yarısı vardiyası işçileri gibi.

Ama siz ilk görüşte demleniyorsunuz zifir 10 nikotin 0.8. Ben alıp sizi duvarıma asıyorum, gözleriniz kaynak benliğime meftun. Mürekkebinizden şairler saplanıyor afakıma kırmızı çünkü afakım en taze bir resim. Ben bunu alır ceketime asarım diyorsunuz, ceketimi de asarım sonra kimseye hesap verecek değilim.

Irmakları mesken tutulmuş köprülerin benim, yazıyor akşam haberleri, ikimizin de parası yok okumuyoruz. Baştan çıkarmış katıksız güzelliğin derebeylerini Babil’in yosma bahçelerinde. Sempatik diyorsunuz antipatik kelimeler söylüyorsunuz ama yalnız tren vagonlarınız gizli. Al diyorsunuz al bu Faucault Sarkacı’nda üçüncü meridyene dikizli.

Benim en acayip yerim gecemle gündüzümün birleştiği yerimdir, diyen bir yazar aranıyor Belgrad köylerinde ama okuma yazma bilmez. Bulunur mu diye merak ediyoruz çünkü bulunmaz şairler Hindistan’da kilise yolunda. Belki de Çin’de ya da Ötüken’de bir yerde beş parmak kalınlığında bir şiir resminiz. Olamaz diyorsunuz olamaz Eco bana bunu nasıl yapar, gülüyorsunuz.

Kimseli yalnızlıklar yaşadım bak bu şimdi sana ebemkuşağı kadar siyah. Ama olsun, altından geçen altın bulsun, herkese faydam dokunsun, diyen ressamla tanışıyoruz, ressam 17 yüzyıl küçük prenses. Ben gelinlik giymem diyorsunuz gelinlik çirkin gösterir kadını, kadın dediğin kaynak benlik. Mısır’da Nil kenarında susuz toprak üzerinde bir kurbağanın size çirkin çirkin bakma merasimi.

Saatim olsa kıracaktım, Quentin gibi savrulacaktım manasına gelen replikler süzülüyor dudaklarından Paris’te Sen Germen’e dayalı bir akşam yıldızından. Saçlarınız Faucault sarkacını yudumluyor çünkü Petersburg’da votka içilir. Biz benim en sevdiğim budur resimli bir şarkıya klip çekiyoruz bir önceki klibin devamı niteliğinde. Yalnızlık ufkumuzu açıyor çünkü yalnızlık sever sessizliği.


Gel o zaman bir parlement daha yakalım caddesinde perdeyi aralayan kadının kızı gecenin bir vakti çıkıyor evinden. Ellerinde hiç çekilmemiş bir filmin sinopsisi. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni