25 Ocak 2014 Cumartesi

Kafe

Bu üçüncü yıl. Üç yıl önce, O' nu ilk gördüğümde deliler gibi vurulmuştum. Zaten ondan sonra yaptıklarım normal benle çok alakalı değillerdi. Ta nerelerden onu takip edip, bu kafeye girdiğini görmüş, ancak daha ilerisine cesaret edemeyip geri dönmüştüm. Ne geri dönmek ama! Hangi dolmuşa, hangi otobüse bindiysem artık, nerede olduğum konusunda hiçbir fikrim olmayan bir yerde ne yapmak istediğimi hatırlamış, ancak gecenin bir köründe evime varabilmiştim.
Tam altı saattir, aynı yerinde oturuyorum kafenin. Çok farklı heyecanlar içerisinde. Bu gün büyük gün. Geldi çattı. Saçım, başım düzgün, ya da şöyle diyeyim, en azından ben düzgün olduğunu düşünüyorum. Masada çiçeğim. Avuçlarım her zamanki gibi terden sırılsıklam.
Kafe, denizin kenarında bir yerde, az salaş, pek gösterişsiz. O getirmeseydi buraya pek geleceğimi sanmazdım. Bir çalışanı var, çayları getiren çocuk, bir de kafenin sahibi. Onlarda artık tanıyor beni, biliyorlar çay sormaya gelmelerinin üç ve üçün katlarında evet dediğimi. Az kurnaz değil çaycı çocuk, gittikçe azalttı iki "abi bir şey içmek istermisin?" sorusu arasında geçen süreyi, ne yapsın oturunca kalkmak bilmiyorum tabi, ekmek parası.
Dedim ya üç senedir geliyorum buraya, O' nun buraya geldiğini gördükten sonra uzun bir müddet sürekli geldim buraya, gün atlamadan. Hangi günler gelir diye belirlemem biraz zaman aldı ancak, kabataslak bir istatistik ile haftaiçi ve haftasonu birer gün onu görebilmeyi mutad hale getirdim.
Yalnız gelmiyordu. Her zaman arkadaşlarıyla beraber gelir, her zamanki masalarında epey otururlardı. Ben her zaman O' nlardan önce gelmiş olur, O' nu rahatça görebileceğim yeri özenle seçer oturur, gelmelerini beklerdim. Geldiklerinden sonra, muhabbetlerine kulak kesilir, neyi sevip neyden hoşlanmadığını anlamaya çalışır, okuduğunu söylediği kitapları, dinlediğini söylediği müzikleri aklımda tutmaya çalışırdım. Seyretmeye, müzik notaları gibi sesini dinlemeye doyamıyor, adeta zamanın akışını unutuyordum. Konuşmalarına kulak kabarta kabarta belli bir seviyede edebiyat ve müzik tutkum oluştu. Evvelden okuyacağımı-dinleyeceğimi-izleyeceğimi sanmadığım şeyleri okumaya-dinlemeye-izlemeye başlamıştım. Sevmek böyle birşeymiş işte. İlk ondan duyup, hemen gidip almıştım Sahilde Kafka'yı. Hatta ondan sonraki hafta kitabı koltuğum altına alıp gitmiş, masamın üstüne onun göreceği en uygun pozisyonda konumlandırmıştım. Ne gezer, o kadar çabama rağmen hiçbir zaman beni farketmedi. En azından bu güne kadar. Ümitsiz değilim, bu makus talih bugün değişecek.
Aslında haksızlık yapmayayım, bir keresinde arkadaşlarıyla beraber fotoğraflarını çekmemi istemediler değil. Benden istendiğinde yaparken en başarısız olduğum şeyi istemişlerdi. Zaten normalde fotoğraf çekerken elim titrer, bir de O'nun fotoğrafını çekmeye çalışmak...
Geçen sene tam da bugün, doğum gününün ne zaman olduğunu öğrendim. Zaten o günden bu yana bu plan içerisindeyim. Bir sonraki doğum gününde, yani bugün yanına, oturduğu masaya gidip O' nu sevdiğimi söyleyecektim. Üç yıldır, O' nu gördüğüm o ilk andan itibaren neler yaptığımı anlatacak, ancak cesaretimi topladığımı söyleyecek, o en sevdiği çiçeği uzatarak reveransımı tamamlayacaktım. Doğum gününde.
Altı saat oldu. Hala gelmedi. Bekliyorum. Bunca zaman bekledim. Beklemeye devam edeceğim. Gelecek.


5 yorum:

  1. Ben kalkmak uyku arası ihtiyaç molası.. Sonrası uykumun yersiz kaçması.. Aramak morada biçare dermanı.. Karşılaşmak ile bu zamansız, apansız, harikulade yazı.. Sevinmek şaşırmak, tuco imzasını görünce havaya uçmak ben tam sırası..

    Mollytos Pançornos

    YanıtlaSil
  2. itiraf ediyorum tuco ramirez, itiraf ediyorum aziz dostum.. yazını saat dört-beş sularında gördüm, okudum ve yorum yapmadan bilgisayarı kapattım. zaten beni yatağımdan kaldıran şey bilgisayarın minik ışığı oldu. yani bilgisayarı kapatmak için kalkmıştım. bir saat sonra tekrar kalkacak ve belki de uyumayacaktım.
    aa dedim morada yeni bir başlık. yani bizim için çok aşina bir sözcük mora için yeni bir başlık oldu -o değil de ben apayrı bir yazı mı girseydim- okumaya başladım. yazıyı adım adım itinayla okuyorum yani evet ebinin yazısı değil gibi de bir yandan o kızmızı pantolonlu kızdan bir hikaye mi çıktı dedim. -o ayrı bir mesele karıştırma- evvet yazının son cümlesini okurken de gözümü 'gönderen'den sakındım ve bir soluk aldım baktım tuco.
    bu kadar..

    YanıtlaSil
  3. Offf Tuco sen nerelerdeydin bu zamana kadar, nasıl yazmak bu, hissettiğim şeyi tam olarak diyemeyen bi insan olduğum için yazamıyorum da sanki şey gibi paralel evrende bir öykü dünyan var, orda bilmediğimiz neler var çok merak ediyorum..

    YanıtlaSil
  4. bir gün hep beraberken 500 days of summer'ı izleyip ağlayalım olur mu Tuco..

    YanıtlaSil
  5. Yazını okuyunca Hugo'nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı romanı geldi aklıma. Onun da sonu seninkine benzer bitiyordu. İdam günü, gardiyanların ayak seslerini duyup, "geliyorlar" gibi bir ifade vardı romanın sonunda. İdamı anlatamıyordu çünkü yazmasına izin vermemişlerdi. Ölen adam, ölüm anını yazamaz dostum. Ne alaka diceksin, şu alaka:
    Beklemek... az biraz intihar, çoğu zaman da idamdır tuco. Gelip gelmediğini asla bilemezsin... İdam olan, idam anını anlatamaz...
    Ayrıca "O'nlardan" ifadene bayıldım. Onlar'dan değil, O'nlardan... Yani, tek özel olan "O"... Kesme işareti bir tek O'nu ayırıyor.
    Saygılar...

    YanıtlaSil