29 Eylül 2013 Pazar

Bakir Efendi

Efendim zamanın ve mekanın birinde şimdi desek de bilmezsiniz, bir oğlan yaşarmış isminden çok namı ile bilinen. Bakir efendi derlemiş de sırrını bilen yokmuş, bir meclise girdiğinde ahali sararmış etrafını anlat, derlermiş “Bakir efendi anlat, çok heyecanlı oluyor, bu bahsi geçen nerenin dilberi?” efendi gözlerini kısıp etrafa bakarmış anlattırmayın bana böyle şeyleri, hem dilber dilber olsa ne çıkar, aşk dediğimiz, iki sözüm ve gözüm ve türlü çiftlik eklerinin oyunundan ibaretse, bu meclise hiç gelmemiştir zaten, bizimkisi gönül eyleme, vakit eyleme…” O böyle dedikçe ahali başlarmış yanı başından “bir gün bakir efendi…”

Gel zaman git zaman hikayeler diz boyunu aşınca, güzel dilberler bizim efendinin muhitlerinde perde arkalarında ahları vahlarına karışmış vaziyette mahvolurken ve güzel oğlanlar nedir bu herifin sırrı, hem kim ola ki bu kadar ketum davrana, varsa bir bildiği söylese de bilelim minvalinde hasetten taharet alırken (tumturaklı laflarını sevdiğim efendi, bak da gör ne yakıştı bu buraya) efendinin dost meclislerindeki keyfi yitmiş, gitmiş. Kimse göremez olmuş onu etrafta, ve başlamışlar yine..” bir gün bakir efendi..”

Her hikayenin başında başka, sonunda başka türlüymüş bakir efendi, muhitler değişse de hikayenin ortasında muhakkak filan yerin en güzel dilberiyle bir tanışmışlığı olurmuş bizim efendinin. Bazısında efkarlı efkarlı cigara içişine vurulurmuş dilberler, bazısında hiç anlaşılmayan tınıda söylediği türkülere, bazısında da mekanı, zamanı, insanı başka türlü gösteren şiirlerine.. Ama ne yalan söyleyelim şiirlerinin okuduğu türkülerden daha çok sevildiği bir hakikatmiş.

Hikayeler almış başını gitmiş, efendi sakalını yaksa dumanı yedi düvelin yedi dilberinin camından içeri, gönlünden içeri girermiş, sormayın şimdi efendi niye sakalını yaksın diye, az biraz tuhafmış işte. Sonra, Efendi düşmek üzre olan bir dilberi tutsa kolundan sanki yol kayarmış da dilberin ayağının altından kendi öylece kalakalırmış. Sonra yine, Efendi bir mecliste otursa sadece dilberler mi delikanlılar da izzeti ikramda kusur etmemek için iki büklüm olurlarmış, ahali başta şöyle bir işkillenmiş “ulan dilberleri anladık da bunlara noluyo” gibisinde bir kaşları havada bir efendiye bir de mevzusu geçen delikanlıya bakarlarmış, sonra sonra anlarlarmış, mevzu, kalbi de kendi gibi temiz efendinin velfecri okuyan gözlerinde değil hoş sohbetindeymiş.

Bakir efendi bakmış olacak gibi değil, demiş “tamam, sorun hadi ben gitmezden evvel sorun da bu mevzu kapansın” Ahali önce bir sessizleşmiş, birbirlerine bakmışlar, yüzlerindeki ne sorsak ifadesi muzip sırıtışlara dönüşünce bizim efendinin kaşı kalkmış yine, hafiften doğrulmuş tam kalkacakken, ahalinin içinden bir toy delikanlının titrek, cılız sesi duyulmuş. Bakir efendi, demiş “ sevdanın hakikati yok mu peki?” Efendinin yere devrilmiş bakışlarında bir “nasip” gülüşü belirmiş; var desem ne olur, yok desem ne olur, demiş “senin az biraz suyun ısınmış delikanlı hadi bi dolaş gel”


Bunca mevzuya neden bu efendinin namının bakir olduğunu soracaksınız şimdi, derler ki hangi kalbe girse, hangi sevmek hikayesine konu olsa, çıktığında hiç sevmemiş hiç sevilmemiş gibi oluverirmiş. Göktürkler buna tanrının lütfu dese de, efendi bu lütuf sayesinde gönlü ferah mekan mekan, muhit muhit gezse de, varmış yine de bir derdi, kimse bilmezmiş.

2 yorum:

  1. söylenmeyen zamanı mekanı biliyor olsak da apayrı bir bakir bey yaratmayı başaarmışsın sevgili ebi eline diline sağlık. bakir beyin maceralarını seri halinde yayınlamanı bekliyorum. "sevdanın hakikati yok mu" diyen toy delikanlıya bir kaç bölüm başrol vererek hatta.... göz kırpıyorum

    YanıtlaSil
  2. "aşk dediğimiz, iki sözüm ve gözüm ve türlü çiftlik eklerinin oyunundan ibaret"
    "Efendinin yere devrilmiş bakışlarında bir “nasip” gülüşü"
    Sabahtan beri bilmem kaçıncı okuyuşum. Öyle 5-6 falan değil haa. Başına en azından 1'ler 2'ler konmalı.
    Sen hep yaz e mi Ebi. Biz de hep okuyalım. Sen bu yazma işini aştın oğlum.
    İnsanın durup dururken Bakir Efendi olası geliyor vesselam:)

    YanıtlaSil