Karbonat
kıvamında kokoreç beynimin kıvrımlarına akıyor, yalan da olsa mutluyum Mora, bu
bana yetiyor. Neşe, Dert, Aşk ancak Neşet Ertaş şarkılarına mahsustur Mora.
Okkalı votkalardan ve de efkarlı rakılardan elimizi çekip, ceketimizi
sığınaklara kitlediğimizden beri, bir sevda türküsüdür tutturmuş nereye
olduğunu bilmediğimiz bir yere –ki bu yer kuvvetle muhtemel bir dönem Dimitris’in
rakımızı hazırladığı Samos’un tepesidir- o yere kervan sürümekteyizdir Mora.
Sen anlamazsın tumturaklı bilmeceli yıldızlı gecelerin yarı alkolik delikanlı
bitirim ayaklarını…
Bir
gün, övünmek gibi olmasın Mora, Çakır’ın meyhanesinde demlenerekten
‘gençliğimizin sonbahar yapraklarına ihtiyaç mı var ulan, tez elden binelim
birçok gidenin memnun kaldığı sessiz gemiye’ hesabı gazeller okurken çıktı
geldi Sadri Baba, ağzında sigarası, gözlerinde “boncuk” edasıyla. Ayıptır
söylemesi, inceden bir hüzzam geçti, klarneti bırakıp bir garip hicaza
meyletti, hicran yine hicran mı bu aşkın sonu’na bıraktı kendini. Hafiften
doğruldu, kaşla göz arasında rakıyı fondipledi, kıstı gözlerini bana baktı.
“Ulan mamalak” dedi, “hayat nedir bilir misin?”
Hey
yavrum hey, mamalak kardeşine sorulur mu bu Mora! Ben sevdanın icadından girip
aşkın en müjgan hallerine kıvrılan, varoşçul yalnızlığımın erkete aşklarından
bahsederekten ve de fena halde demlenerekten nice döktürdüm Nedim’den, Şeyh
Galip’ten, Fuzuli’den, Baki’den. “Kes” dedi abim “kes, yok bu şehr içre
vasfettiğin dilber koçum” dedi sustu abim.
Eyvahlarımız
vah vahlarımıza karıştı Mora. Nasıl karışmasın, biz turistliği turistin
kendisinden öğrendik be Mora. Tabi sen bilmezsin, iki kaşın ortasında hasırdan
bir çizgi belirdi mi, nice zamazingolar eşrafa emanet edilerekten volta vakti
gelmiş demektir. Ben pabuçlarımı ayaklarıma geçirip kainata isyancıl bir susuş
fırlataraktan hangi kapıdan kendimi araklasam da kurtulsam diye etrafı kolaçan
ederken gırtlaktan bir ses yükseldi Mora:
“Hayat
demek, ölümü beklemek demektir.”
“Ulan
çakır, bir 70’lik daha, mevzu derin, bu gece içilecek…”
“Az
çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları filanları göreceğiz.”
“Ulan
çakır, nerde kaldı bizim 70’lik?”
“Birçok
şeyin tadına varacağız sonra da ister istemez gidiyorum elveda şarkısını
söyleyeceğiz.”
“Çakır,
70’lik iptal, 100’lük getir. Az biraz biz de demlenelim…”
Aldı
kadehi eline, cebinden bir cigara çıkardı, bana da uzattı abim. Ve lakin
ağzımdaki izmaritin farkına sonradan vardı, “jeton” dedi “kareli mamalak, bakma
kusurumuza”. “Kusur varsa ağzımızdaki izmaritindir üstat, asıl sen…”
“Kes
ulan” dedi, kaldırdı kadehi, “Öyleyse kalanın da gidenin de gönlü hoş olsun”
dedi.
Gitti
Mora. Karanlıkta karanlığa basmadan yürümeyi biliyor gibi gitti. Aldığı her
yarım nefes cigara dumanında intihara meylediyor gibi gitti. Yalnızlık zor,
dile kolay be Mora. Ben alnıma bu yazıyı kendi elimle yazdım der gibi, beyhude
bekleme giden gelmez yerine der gibi gitti.
Öyleyse
gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun Mora.
Sevgili Moralılar, bir blog takip edeyim dedim, demez olaydım:) içimi çürüttünüz, bu ne bitmek bilmez, melankoli aşkıymış böyle peh peh pehhh:) açınca yazdıklarınızı da görüyorum ' karbonat kıvamında kokoreç beynimin kıvrımlarına akıyor' ? :) dayanamadım yazdım valla bu cümleyi görünce...
YanıtlaSilSevgili ve de saygılı Barbes, doldun doldun da benim yazıma mı patladın:) Senin melankoli dediğine Mora'da efkar deniyor, ondan böyle oldu. Olsun, sen takibe devam et. Ara sıra efkarlanmak iyidir. Her dem efkara savrulmak daha iyidir.:)
Sil