29 Aralık 2013 Pazar

Tutar Ellerimden Prima Donna

Her cumartesi sabahı hazin bir mutlulukla başlar. Yer elması salatası yer mesela nişantaşında bir kadın. Peşinden koşup da yetişemediği otobüs, onun mutluluğunun hazin kısmıdır.

Ülkeleri birbirinden ayıran sınırlardır. Bense sınırlar kalksın isterim. Ne zaman bir sınırı aşmaya çalışsam, bir asker silahını şakaklarıma dayar. Tetiğe basmakla basmamak arasında tereddüttedir. Ayı yavrusunu severken öldürürmüş. Benimkisi o hesap.

Biri elinden bir şey gelsin ister ama hiçbir şey gelmediğinin farkındadır. Bir diğeri elinden bir şey gelmesini isteyip istememek arasındadır. Ötekinin dünyadan haberi yok.

Herkesin herkesi bir köşeye attığı bu dünyada, ben sevdiklerimin ellerinin arasından kayıp giderim. Ya da sevdiklerim benim ellerimden kayıp giderler. İşte tam o sırada, tutar ellerimden gece yarısı bir primadonna. Başımı dizlerine yatırır, saçlarımda bülbül yuvası…

Bense cumartesi gecelerini hiç sevmem. Çünkü sabahı tatildir. Çünkü milletin azgın günüdür. Ve cumartesi geceleri çok pis kokar.

Mesela ben sabahın erken vakti otobüsü kaçıran kadınla nuruosmaniye’de ilk oturduğumuzda küçük bir kız çocuğunu gösterip “şu kıza bak, mutluluk bu işte” demişim. Çocuk olmak sınır koymamaktır, anlıyor musunuz abiler.

Sadri Alışık benim yerime konuşur Efkarlıyım Abiler’de: “Herkesi kendim gibi sanıyorum saf mıyım neyim”. Anladım ki sevmek ihanet etmektir herkesten, her şeyden önce kendine. Ve kimse kendine ihanet etmek zorunda değildir.

Bunca sevmenin, bunca ihanetin, bunca sessizliğin ortasında, en katıksız halimle çıktım en uzun bir yaz mevsimine. Şimdi mevsim kıştır. Yazın yeşeren ağaçlar, yapraklarını dökmek zorundadır.


Şimdi gözlerimde gülümser bakışlarıyla Primadonna… Tut ki, cumartesi gecesi değildir, tut ki mevsim yazdır, tut ki tek suçumuz sevişmektir, tut ki sevişmek artık suç değildir… 

30 Kasım 2013 Cumartesi

Yıkıl Karşımdan! Kleopatra'nın Güzelliğini Bozuyorsun...

Kleopatra! Size Madonna Diyebilir miyim?

Yer miyim lan velet! Ben bu yaşıma gelmek için 25 yıl uğraştım. Cebimde bir küçük kül tablam, içinde en güçlüsünden şirinim var benim. Çantamda kırkı kırk yaran şairin şiirleri… Şimdi çekil lan karşımdan, Kleopatra’nın dudaklarına ruj sürme seansı başladı…

Bu Araplar Arapça’yı bizden iyi konuşmuyorsa ben adam değilim hoca. E anadili olunca bi başka oluyor tabi. Bak sana okkalı iltifatlar diziyorum çek bir fırt, içinde yüzyılların yorgunluğu var bunun. Hem deniz dediğin bir uçuş mesafesi… Ohhh, yarasın tosunuma, nasıl?

Yıkıl lan karşımdan… Kleopatra sigarasının içine hayatını koydu…

Sen şimdi bana beleşten 20 lira yüklüyor musun yüklemiyor musun? O kadar yemişliğimiz var geç bi kıyak. Hey gözünün yağını yediğimin Kleopatra’sı, rüzgarda etek giymek kimin haddine…

Bak oğlum ben hassas adamım, kül tablam bile var lan. Ama dokunmak yok. Sahibinin sesi göster ama elletme dedi. Hem sen kim köpeksin de yıldızlara dokunmaya çalışıyorsun. Elimin içine bak, fena sevdirir kendini…

Garson! Bana bi sulu boya, bi de Kleopatra… Sen şimdi oku bunu, bir ara verirsin bana…

Elinizde fındıklı reçelli gökkuşağı kaldı mı madam? Neşeli sevinçli Dilberay şarkısı da olur. İzmarit günlüğüne yazılmış, ahu bakışlı, yandan çarklı kazanovayımdır. Fena dans eder, karşı cinsten tırsarımdır. Bu gece perdenizin arasında hırsız gibi saklanabilir miyim madam? Belki ergenliğimi dizinizde uyutursunuz…

Vay koçum sen de mi burdaydın? Ben de entarisi kendinden mütevellit Kleopatra’yı seyrediyordum. Çekil lan karşımdan, Kleopatra’nın güzelliğini bozuyorsun…

Yani diyorum ki matmazel, ırmak dediğin akmalı, Kleopatra dediğin yakmalı… Yak bir cigara matmazel! O beyazlar köpük değil, denizin saçlarıdır. Çıkardım gömleğimi taradım denizin saçlarını, kadın bana bir çocuk ağlıyor gibi baktı; giydim gömleğimi taradım kadının saçlarını, deniz bana bir çocuk gülüyor gibi baktı; yırttım gömleğimi taradım çocuğun saçlarını, kadın ve deniz bana baktı, çocuk ne güldü ne ağladı. Anlıyor musun matmazel, sana biraz önce hayatımın hikayesini anlattım. Ama nerdeee, sende bunu anlayacak kafa yok. Altılıda bu gece gene eşşşşek gelmiş.

Uçur beni Yorgo. Bu gece bir kadın hayaletiyim. Uçur yoksa düşeceğim. Dizlerim Kleopatra’nın eteğine değecek. Sabaha kadar dövüşeceğim. Kleopatra’nın saçlarını okyanuslara yıkatma seansı, yıkıl karşımdan…

Geldim hikayemin sonuna topraaam… Kül tablam kendine kıyak geçti, usulca sokuldu yakınıma. Güçlü şirinim önüme pamuk tarlasından pırlanta serdi. Ve sigara paketimin altında İsmet Özel şiiri: Ben, şair, İsmet Özel…


Şimdi tasımı tarağımı toplayıp inceden uçma vakti… Kleopatra kirpiklerine rimel sürüyor, kesin intihar edecek…

21 Kasım 2013 Perşembe

Sevdiğim, Ben Şimdi Küçük Bir Şehirde Seni Düşünmekteyim

Yanına gelip kokunu alıp sana dokunmadan gitmek koydu be leyla. Aşıkları herkes sever derdin, doğruymuş. Ben izin istedim kalktılar, hemen oturdum bankımıza. Biliyor musun, resmini denizin dalgalarına çizmişler… Senin işindir kesin. Gelince hasret gidereyim diye sen çizdirmişsindir…

Bu sana yazdığım 13. yazı. 13’ü hatırladın mı leyla? Sen hiç unutmazsın ki…

Bir alo be leyla… Çok şey değil, yapmadığın iş değil. Bak gel demene gerek yok. Sen alo de, ben tamam der atlar gelirim. İşi, gücü, 25 yıllık yorgunluğu, hepsini bırakır gelirim. Ufak bir yayınevi açarız. Kendimiz yazar, kendimiz yayımlarız. Yanında da bir kafe. Bütün kahveler bedava. Bütün müşteriler leyla… Ediyle diana bile kafe açmış, özendim be oğlum. Dominostan pizza söyledik miydi, değmesinler keyfimize… Benim malda mülkte gözüm yok. Dizinin dibinde bir minder yeter bana…

Saçlarını kestirmedin dimi leyla? Onlar uzamalı. Onlar hep uzamalı…

Ben sevdiğine sevdiğini söyleyebilen biri değilim. Bir arkadaşım sordu, seviyor musun dedi, evet dedim. Evet desem ne hayır desem ne. Dil söylemiş susmuş ne farkeder. Kalp ne diyor kalp ona bak sen. Bak bunlar hep senin lafların…

Bir arkadaşım da bana salyangoz dedi. Sen kelebeğin kanatlarından salyangoz doğurtan kadınsın. Doğur beni leyla. Kanatlarının altında kalayım öylece.

En güzel yerin mi? Omuzların mı? Onu anlatamam leyla. Gelince göstersem olmaz mı?

Hadi be leyla! Bir alo be! Bak tir tir titriyorum. Ağrı gelmeden gel. Sarıl bana hepsi geçer.

Hem hak dediğin üçtür be leyla.
Bir alo daha…
Bir tavla daha…

Sonra hep tavla daha…

eyvallah

iyi geceler mora...



7 Kasım 2013 Perşembe

Yıllanmalar: Saçlarım Uzamış Merdiven Çıkarken

Yıl: 1999
Siz o vakitler ağaçları tanımıyorsunuz, daha saçlarınız uzamamış, daha pınarlarınız taşmamış daha…

Yıl: 2003
Ben alıyorum bir bulut koyuyorum pınarınıza en beyaz bakıyorsunuz gülüyorsunuz bu ne güzel.

Yıl: 2000
Daha kaşlarınız toplanmamış daha elleriniz ayaklanmamış, ellerinizle ilk isyanı paylaşıyorum ilk baş kaldırıyoruz ilk bağırıyoruz.

Yıl: 2003
Dilinizin arkasında güvercin ötüyor, güvercin tam da kızılında yeşilırmakın.

Yıl: 2002
Siz adım angel diyorsunuz mavi tişörtünüz var alıp mavi tişörtünüzü beyaz tuvallere çiziyorsunuz. Ben bakıyorum pınarları eksik olmuş o vakit gülüyorsunuz menekşeyle ey yine’li siz.

Yıl: 2003
İlk kez bir şarkı çalıyor siz incecik süzülüyorsunuz bu şarkı başka gemilere benzemez alıp çeyizinize saklıyorsunuz. Ben yanaklarınıza küçük fistan dokuyorum saçlarınızı kıvırıyorsunuz oysa saçlarınız düz menekşe. Kaktüs resimleri seçiyorum alın diyorum bu size cumartesi gecesi Romadan sıyrılmış. Siz bakıp dönüyorsunuz bir daha dönüyorsunuz bir akşama sarkıyorsunuz bir daha kaktüs ellerinizde. Adım angel diyorsunuz büyükçe bir dağa tırmanıyorsunuz en taze nefesinizle temizleniyor dağ. Adınız angel mi diyorum ama neden bir çoban kadar sesiniz hiç gitar çalamam ben. Siz yürüyorsunuz ilk yürüyorsunuz meğer ilk çıkıyorsunuz dağın eteklerinde güvercin damlalarınız.

Yıl: 2004
Meğer ne çok benziyorsunuz kleopatrayla siz alman konsolosluğunda bulundunuz mu hiç?

Yıl: 2001
Ben Türkçeyi geç öğrendim hep bu parisli saksağanlar yüzünden bu menekşeler ve papatyalar yüzünden kasımpatı yangın ondan.

Yıl: 2003
Kaburgalarınızın arasına kelebek sıkışıyor alıp çıkarıyorum elinize veriyorum öpüp sarıyorsunuz.

Yıl: 2005
Gibi uçuyor kelebek Moskovalı şarkılar damlıyor siz yeni bir şarkısınız şimdi lodostan. Birimizin geleceği çalınmış sus duyorsunuz elleriniz papatyaları susturuyor kasımpatı durmuyor koşuyor nefese.

Yıl: 2003
Bir ara çıkarıp mavi tişörtünüzü seriyorsunuz sulamadım hiç sulamadım daha önce bir güvercinin ilk kanatlarını, suluyoruz. Ama siz ilk bir filmde başrolsünüz ilk kırlangıç mevsimlerine dönüşüyorsunuz ilk bir adım atıyor, ilk bir dağa tırmanıyorsunuz en güzel.

Yıl: 2009
Ben Sezarın sandığını açıyorum sandıkta yamalı rüyalarsınız. İkincil kelebek susuşlarınızda mavi Helen yenisi. Bir daha anmam adınız angel miydi angelin ey ıslak hali. Meksikanızın ince bölgesinde uçuşan beyaz atlılarsınız sonra elinizde düz saçlarınız en menekşe. Bu’lu şarkılar ve boşluklu susmalarsınız yine’li yine’siz gibi hiç gibi duruyor -dan. Duruyor tam karşınızda resminizin dağlar gibi yalnız gibi en taze bir -dan.

Yıl: 2013
Siz bir kasımpatı aşığısınız anladım ondan bütün menekşe korkularınız papatya yanmalarınız
Eski aşık şehzade resimleri birer tutuşuyor kalbinize kim bilir hangi çağın yabancısıydı kırlangıçlar
Ben kalkıyorum gitmem gerek hep gitmem gerek o gece daha ilk gidiyorum son gitmiyorum
Siz gözlerinizde güvercin saklıyorsunuz pınarlarınız hoşça kal çalıyor ilk çalıyor ilk dinliyoruz daha
Böyle kırlangıç kasımpatılardan geçiyoruz dolanıyoruz menekşeye sonra bütün çiçekler papatya…

29 Ekim 2013 Salı

sayıklamalar 3

14:12
Uyumak ne güzel de bişey ya. Karanlık bi odada uyumak daha güzel. Sessiz boş bi evde uyumak da güzel. Hele güzel rüyalar görmek daha güzel.

14:20
Uyandıktan sonra yatakta mal gibi etrafa bakınmak çok güzel. Telefonda saatlerce oyun oynamak da güzel... Biraz telefonla oynamak biraz etrafa bakmak. sonra biraz daha uyumak hele acaip güzel.

14:45
Yataktan çıkmamak çok güzel. Yapcak işimin olmaması daha da güzel. Yapcak işleri s.ktr edebilcek kadar uykulu olmam fevkalade güzel. (Uykuluyken hiç bi bok mühim gelmiyor ya, o halin hastasıyım)

15:02
Acıkmak güzel değil be hacım.

15:14
Leyla'nın yanıma sokulması, onu uyuturken tekrar uyumak ne güzel be anasini satim.

15:30
Canımın kahve istemesi hiç hoş değil.

15:47
Kalktıktan sonra bugün de amma güzel uyudum haa diye düşünmek çok güzel.

16:10
Duştan sonra battaniye altına girmek ne güzel. Hele sıcak su torbasını ayacıklarıma koymak daha da güzel.

16:22
Bişiler okumaya karar vermek çok güzel battaniye altında. Ama s.ktir et lan diyip uzanmak daha güzel.

17:00
Uyumak ne güzel lan.

17:10
Leyla'nın yanıma kıvrılması bi acaip be, gerizekam sırtını bana dönüp pozisyon alıyo ve kendini koynuma atacağına kafamın üzerine atıyo. Çok güzel be oğlum.

18:00
Acıkmak oldu mu hiç, kahve niye istiyo canım.

18:15
4 dakikada hazırlanmış sandöviçi yerkene ulan bu ne lan tüm gün uyudum ya lan diye düşünmek kötü. Ama akşamı müthiş değerlendircem demek biraz iyi gibi.

18:27
Kahve içerken yok hadi bi film izleyeyim demek pek güzel.  Film izlerken dalmak da güzel.



Mollycikiniz merak edilen kış uykusundan bildirdi canlarım. Burada yazılan herşey tamamiyle gerçek olup hiç bir abartı bulunmadığı tanıklarla kanıtlanabilmektedir.

162 kelimelik bu metinde  yazıda uyumak ve türevi 19 kelime ve bunları tanımlayan 23 sıfat kullanılmıştır.

(Manyak mısınız lan tabi ki saymadım oğlum.)

27 Ekim 2013 Pazar

O Yazı Başlık Hak Ediyor Ulan!

Biz o otobüse çok bindik yazar hanım. Dillere düşmesin diye adını zikretmemiş olabiliriz ama biz o otobüse çok bindik. O durakta çok bekledik. Kimimiz, ötekimiz gidecek diye, kimimiz belki gelir diye bekledik.

Övünmek gibi olmasın, otobüse de o durağa da ihtiyacımız yok. Falancı durakta inecek var deyip otobüsten inmişliğimiz ve gerisin geriye yürümüşlüğümüz var bizim. Hey yavrum hey…

Şiir, sevmeyi meşru kılan yollar sunmaz yazar hanım, orda yanlışınız var… Sevmek eylemi, şiiri meşru kılar. Aslolan şiir değil sevgidir. Ve o sevgi öyle bir sevgidir ki, şiire ihtiyaç duymaz hayata tutunabilmek için. Çünkü sevmek eylemi, siz şiirin şairinden bile bihaberken damarlarınıza nakşetmiştir de, size çaktırmadan kalbinize girmiştir vesselam…

Biz o şiir kalbinize girmeden çok daha önce oradaydık yazar hanım. Biz sizin gözleriniz için Sarayburnu’ndan minarelerle Haliç’e, oradan da Çin gülleriyle Cezayir menekşelerine yürümüş insanız.

Biz diyorum yazar hanım biz, anlıyor musun?


Sözün özü, o yazı başlık hak ediyor yazar hanım. O yazı her şeyi hak ediyor…

Aslında Onun Yıldız Olmadığını, Atmosfere Sızmaya Çalışan Kendini Bilmez Bir Gök Taşı Olduğunu Bilerek Yazıyorum Bunları

Yıldız kaydı Mora…
Ve ben anladım ki…
Aynı şehirde olmamıza gerek yok…

HEPİMİZ BİRDEN SEVİNEBİLİRİZ GÖĞE BAKALIM…

26 Ekim 2013 Cumartesi

leylalar

mecnun canımızdı canımızın içi oldu şu saniyede. 
erdal bak-kal.
fidancım yavuz.
ak sakallı dede karabasanları.
ayrıca 'ismail abi de balık'.
böyle hayal gücüne ağlamayıp n'apıyoruz leylalar?






18 Ekim 2013 Cuma

bayram neş'esi

"İyi akşamlar, sayın seyirciler. Uzun bir ayrılıktan sonra, tekrar sizlerle olmanın mutluluğu içindeyiz bu akşam. Neler çalıp, neler söyleyeceğiz? Neler söylemeyeceğiz ki? Eskisi yenisi, uzunlu kısalı, tam ... şarkımız var bu akşam. Neyse, lafı fazla uzatmayalım. Sözün tatlısı, kısa olanıdır demişler."

https://soundcloud.com/veyasin/heydouglas-live-in-europe-set

16 Ekim 2013 Çarşamba

sayıklamalar 2

22:34
bu kez saate bakarak yazıcam. sizleri kandırmak istemiyom.
adınısenkoy yazımı okuduğunu ve acaip beğendiğini bir şaheser yazdığımı söyledi. kendimi bildiğimden hemen şımarmadım onun yerine yazımı bu kadar beğenmesinin sebebini araştırdım. uzun süredir memleketinde olduğundan hiçbişi okumuyomuş. en son bayram çukulatalarının üzerindekilerini okumuş. benim yazımı beğenmesi çok normal. baya cümlelerim paragraflarım var.

22:37
aslında bu iş böyle yapılmıyor değil mi, yani insan ara ara yazdığı yazıya saat koyar. bense devam eden yazının her paragrafına saat koyuyorum. bu sefer sizleri saat konusunda kandırmasam da saat koymanın hakkını veremiyorum. o yüzden sizleri kandırarak ama yaptığımın hakkını vererek saat ibaresi koyacam ve sanki aralıklarla yazıyomuş gibi yapacam. hadi bakalım.

23:01
leyla koltuğun kolunda uyuyor. kucağımda uyu diye yalvardım ama kendisiyle oynamadığımdan olsa gerek yüz vermedi.

23:30
scrubs'ı 5. kez izliyorum.. iki kez tamamen, onun dışında 2 kez rastgele bir bölümden başlayarak izlemiştim. şimdi de son 3 sezonu izliyorum. biraz unutmuşum, biraz unutmamışım, o yüzden hala beni eğliyor.

23:52
zamanı böyle bol keseden sallamaya devam edersem birkaç paragraf sonra sabahı edeceğim. bir daha canım sıkıldığında da yazıya ertesi günden başlarım. güzel oldu laaaaaaan.

00:12
leylaaaaaaaaaa uyan!

00:45
acıkıyom mu sizce. bence daha acıkmıyom. daha kaç saat oldu ki yiyeli. (bu saati yanlış yazma olayı kafamı karıştırdı. saat gerçekten 00:45 ise acıkmış olmalıyım. ama daha 11 bile değil. neyse kafayı yemeden bu yazıyı noktalayayım.)

sıkılırsam gene sayıklarım. ama zaman belirtmicem bi daha, kafam bulandı be.

sayıklamalar

20:46
yalnızlık yoruyor... evde hepi topu 8 saattir yalnızım, bunun 5 saatinde uyudum (uyumak çok güzel be) sonra kahvaltı, duş, evi derleme, telefon, msjlaşma, internet falan derken zaman geçti... zaten facebooktan da yalnızlığımı ilan ettim, onun üstünden geyikler... sonra burdayım, burda da yalnızlık üstüne yazıyorum!

aman yarabbi  nemenem bi insan olmuşum. iki gıdım yalnızlıkla başedemiyorum bir de lafını yapıyorum! hep mi böyleydim lan ben! sonradan mı böyle oldum! biri bana s.kt.r git arkadaşım diyebilir. hakettim. gidip tek ayak üstünde durayım.

20:52
ikinci bardak kahvemi koydum. acı olmuş, bekleyen kahveyi sevmiyom. (bana s.kt.r git diyen biri gene diyebilir. kahve buldum da beklememişi kaldı)

20:58
tek ayak üstünde dururken burak kutun şarkısı geldiydi aklıma, googleadım ahanda şöyleymiş: yalnızlıklardan yoruldum usandım, sensiz gecelerden sıkıldım bunaldım, o sımsıcak bakan... ya videosunu eklicektim de bazı ismini vermek istemediğim moralılar videoları dinlemiyollaamış, kırıcı oluyo.

21:10
bu zaman  ibarelerini sıkıcı yazıma hareket katmak için koydum itiraf ediyorum. yazıyı yazdıydım araya saat ibarelerini demin koydum. hatta bunu saate bile bakmadan yaptım. şimdi baktım daha saat 21:03..

yazıya heyecan katmasa da bana bi bok yapıyomuş havası verdiğinden  bundan sonra da zaman eklemeye devam edicem.

21:27
sıkılıyom laaaan! kahve sigarasız gitmiyo. biri bana kadıköyden sevdiğim tütünü alsın. (buna küfür etmeyin. hatta bunu ciddiye alıp bana organiğin organiği tütünümden alın. siz alın  ben adresi yollarım.)

21:48
leyla oyuncağını getirip duruyor, yan odaya geçip kendisiyle oynamaya üşendiğimden bu odada bi yerlere atıyorum. sıkıldı galiba kendi oynuyo.

21:52
dizi yokluğu çekiyorum. geçen şu yeni başlayan çalıkuşunu izlemeye başladım sıkıntıdan. allahtan arada cansu geldi de beni kurtardı. çağan ırmak çekiyo dediler diye baktıydım, asmalı konak anısına.. acaba asmalıyı şimdi izlesem de sever miyim. bence sevmeyebilirdim. ama o zaman çok sevdiydim. konusu açılınca 2 saat aralıksız çekimlerden, konaktan, asmalardan, bahar'ın entelliğinden, görümcesinin bahtsızlığından, evin kızının kara sevdasından bahsedebilirim. (acı ama gerçek, evet)

22:00
saati şimdiki saatten 50dakka ileriye getirmeyi başardım. 10 numara 5 yıldız hareketerim var. müstesna bi insanım.

sıkılırsam yine sayıklarım.


12 Ekim 2013 Cumartesi

Beşi Bir Yerde

 BEŞİ

1- Biraz erken geldi. İşini severek yapıyor. Burnundaki köprümsü çıkıntı yüzüne ayrı bir hava katmış. Tam bir ekran yüzü. Oyunculuk için doğmuş. Yanlış meslek tercihi... Gülerken göz bebekleri küçülmüyor. Sahici değil… Kısa malbora layt içiyor. Çakmağında atın üzerine oturmuş kovboy resmi. Güneş yavaşça batıyor.

2- Biraz erken geldi. İşini para için yapıyor. Kaşları yok inceliğinde. Sanki hiç konuşmayacak gibi. Yanaklarına allığı fazla sürmüş. Ağzına çiklet atana kadar ‘ben bu işten memnun değilim abi’ diyecek gibiydi. Çikletten sonra işler değişti.

3- En güzeli o. Alt çenesi Skarlıt Ohara’yı andırıyor. Red Batlır olmak isterdim. Bana ‘ıssız adam’ dedi. Sakalımdan olsa gerek.

4- Bilirkişi… Hayatı gözlemlediği belli. İnsanları ve tramvayları… En çok da metrobüsleri… İnilecek durakta düğmeye basmadan önce hızlanan kalp çarpıntısı gibi… Düğmeye basana kadar heyecanlı. Cevizlibağ kadar kalabalık.

5- Gözlerinde sevdiği adamın resmi var. Uzakta bir adam… Ayrılık acısı değil bu. Terkediliş falan değil. Bir kaybediş. Adını koyamıyorum. Kaybedişin sorumlusu adam gibi duruyor. Kadının tek derdi, adamın bir gün çıkıp gelmesi ve kadını o şekilde görmesi. İşler o zaman düzelecek… Kısa Parlement içiyor. Uzununu ben verdim…

BİR

Sanki onlar değil de ben işimi yapıyorum…

YERDE

Gökyüzünün altında bir yer… Cevizlibağ istasyonunun biraz üstü…



8 Ekim 2013 Salı

olduğu gibi gelmiş oturmuş yazı



Şuanda metrodayım. Havalimanına gidiyorum. Yazdıklarınızı okumamak için kendimi zor tutuyorum. Hani aceleye gelmesin diye.  Kuvvetle muhtemel havalimanına varmadan okuyacağım. Sizlere sarılmak çok güzeldi.
                                                                                    23:56
                                                                                  İstanbul
                                                                       Aksaray-havalimanı metrosu

Saat 23:59 yazdıklarınızı okudum J dayanamadım. Henüz metrodayım. Keşke daha çok yazaydınız. Hiçbir yolculuğa böylesine içim kıpır kıpır çıkmadıydım. Sürüp giden değil; sürüp sürmeye devam eden bir an/ bir hal içerisindeyim. Yanımdasınız. Kalbim arş-ı alaya açılan bir çift kanat gibi (şimdi bunları biraz normale indirgeyip yazsaydım diyorum ama o an içimden geçtiği gibi yazacağım: yani orijinale sadık kalarak) Mamalak kendisini son kez gördüğümü iddia ediyor ama öyle olmayacak. Bilmiyorum. Belki kalbim onu son kez görüyor olmak fikrini kaldıramadığı için kendini bu şekilde hazırlamıştı , bilemem. Ben hiç bilemedim kalbimin alınyazımla bir olup bana neler hazırladığını. Kalbimin neler hazırladığını hiç kestiremedim. Ebi, güzel ve gülen yüzlü sevgili Ebim . Bu kız neden daha doğrusu nasıl herkese gülebiliyor dediğim. Mevzunun başka olduğunu anlamış bulunmaktayım. İçim rahat. İçimde zalim şüpheler kök tutabilemez. Güler yüzlü olmadığın zamanları atlatmakta zorlandığımı da söylemeliyim. Göğsüne başımı koyup insanı dünyadan sıyıran güzelliğine dalmak isterim. Mollycikom, benimle havalimanına gelip bana hocalık yapmanı havalimanını karış karış keşfettirmeni çok isterdim. Havalimanında çılgın bir gece ahhhooouu.. neler neler.. ama mevzuyu biliyorum. Benim için çok güzel ekıstıra çok güzel vakitlerdi. Bu yolculuğun neticesinde sizleri yirmi gün görmeyeceğim. Bu yirmi gün bu güzel saatlerin bedeli olsun varsın.

Saat 08:30 .. uykudan valizimi hazırlamalıyım fikri ile uyandım. Ebim saat beş gibi işten çıkacak ve K..da buluşacağız. Valiz hazırlama işini geciktirdikçe geciktiriyorum dostlarım canlarım. Valizi malizi atıp savıp size gelmek istiyorum. Molly kııız çıldırmak istiyorum. Çılgın planlar yap ve hayata geçirek. Mamalakı son görüşüm olacak. vedalaşacak mıyız yani?  Boza içmeye gidelim. Gün geçmek bilmiyor. Bir gün 24 saattir teorisinin rölativitesini çıkardım anlayacağınız. Sonra gelirken biraz güzel giyineyim istedim. Güzel hatırlanmak üzere… sevgili Ebiciğimin güzel gözlerinden kaçmıyor gamzecikom bu şalı beğendiğini daha önce dediydi. Renk tercihlerine ihtimam göstereceğim. Mamalakın ne düşündüğünü kestiremiyom. Güzel vakitlerin acayip iki  hususiyeti vardır. Birincisi çok çabuk geçmesi; ikincisi ise zamanın donup kalması. Bu gece ikincisi oldu: zaman dondu durdu. Hepinizi sımsıkı sarmak istedim. Bu son değil Mamalak. Kesinlikle. Eğer bir son ise de güzel tatlı ve dahi tadı damakta kalan cinsten bir.. bir gidiş gibi değil bu. Gitmenin çoklarını yaşadım. Bunda güzel, bunda hoşa giden bir şey var…
Ve bu geceyi sizden alıp suya koyuyorum…

6 Ekim 2013 Pazar

Gözlerini Kapatın Dünyanın, Leyla Sarışın Bir Geceye Soyunacak

            Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada
            Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…

O gece hava bulutluydu. Çünkü biz gökyüzündeydik ve yeryüzündekiler bizi görmemeliydi…

En güzel neresi miydi? Omuzlarıydı elbet… Ne karanlıkta parıldayan bakışları, ne uzadıkça boynuma dolanan saçları, ne de bir şarkı eşliğinde gökyüzüne çıkıp inişleri… Omuzları diyorum, omuzları gibi gel gitti…

Hangi uğultu sayıklar şimdi adımı? Hangi med cezirde savruluruz bir okyanusun daha sonuna?

Dünyanın en leyla kadınıydı o… Düşler biçiminde hüzünlü, çocuklar gibi şen şakrak… Hani diyorum, bir tavla daha mı atsak?

Ben inerdim merdivenlerinden leylanın birer birer… İstanbul’un açık kalmış basamaklarını birer birer kapatırdım… Gitme derdi leyla, gitme işte nedir yani?

Cesaretine diyecek sözüm yok. Ama bahsi geçmesin isterim. Bir an gelir, tutuşurum bir yabancının onulmaz güzelliğine. Adını sorsan hatırlamam. Sesi desen, uğultusunu dinlemekten ibarettir bir fahişenin. Sensizliğe sövüp de ansızın bir gece yarısı, vurunca dolu dizgin dibine bir şişenin…

Leyla, kelebekler ülkesinde bir ebedir. Salyangoz doğurtur kelebeğin kanatlarından. Ben böyle yürekten seven görmedim nicedir. “Ah” derim leylam, yanlış zaman yanlış insan…

Bu son cigara söndürüştür leyla. İçinde leyla geçen bu son yazıdır. Efkar mıdır, fukaralık mıdır, karanlıkta üşümekten mütevellit korkaklık mıdır, sorma bana. Sorma işte güzelim, sen yaz, ben okurum sonra…

Ben şimdilerde bir leyla türküsü tutturmuş çürümekteyim… Leyla diyor türkü, ela gözlü bir çöl ahusu. Saçları diyor, bahtımdan daha siyahtır. Hassssssiktir diyor içimden bir ses… Leyla diyorum, safir gecelerin katran kadınıdır. Leyla, leylaklar ülkesinin çilingir sofrasıdır. Leyla, bembeyaz bir cigaranın sevda dumanıdır…

Yok yok, bu yaştan sonra özlemem ben hiçbir kadını… NE YALAN SÖYLEYEYİM, yazmam daha leyla yazısı…


5 Ekim 2013 Cumartesi

R.A.P*

"R.A.P iç anadolu'dan çıkma olduğuna dair bir iddiam mevcut, şöyle ki; yozgatlılar karşılaştıklarında, birbirlerine yozgatlı mısın? diye sormak yerine yo yo ile başlayan ve R.A.P in temelini oluşturan kalıbı keşfetmişlerdir."


*: ritmik anadolu parçaları

3 Ekim 2013 Perşembe

eddie.

"ukulele" diyince aklıma geliveren ikinci en güzel insan, şair, müzisyen, baba.
when you think more than your want, your thoughts begin to bleed.
o nasıl bir bilinç ki hepimizi ağlatır. 
eddie. 
sen de sev onu mora.


not defterimden tarihî notlar

yalnızlığımı insanlara bulaştırmamalıydım elbette. bugün sevgilimle randevum var. uluslararası bir sergide onu görmeyi ümidediyorum. bir çekik göz, bir piramit, bir eyfel kulesi belki bir matruşka hediye ederiz birbirimize.
                                                                                                                                    4 Eylül
bekledikçe var oluyorum. beklettikçe yok oluyorsun. ya da bekledikçe ben mi yo-ko-lu-yorum sen mi oluyorum. olan şey sen mi oluyorsun. ulusların buluşması bizi kaldırabilecek mi bilmem. ama bu yalnızlığa seni de bulaştırmamalıydım. Lavinya! gidiyorsan ceketimi bırak. nitekim İstanbul'da soğuklar yüzünü gösterdi.
                                                                                                                                      9 Eylül

12 eylül tarihine düşülen not: çatal ağır bir şakırtıyla yere düştü..

2 Ekim 2013 Çarşamba

Beirut Konserine Gidemeyişimin Sene-i Devriyesi


Evet mora, gidemeyişim, değil ki gitmeyişim.

bi tanecik harf bak o; "e".. ama giriveriyor kelimenin orta yerine, manasını tepetaklak ediyor. mutsuzlukları, çaresizlikleri, hayal kırıklıklarını anlatıyor; "istedim ama olmadı, nettimse olduramadım, boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı"...

ya işte mora, sen "e" deyip de geçme.. bir harf neleri değiştiriyor. gitmesem üzülmezdim ama gidemedim be mora, çok istedim ama gidemedim, giderim diye ümid ettm gidemedim, giderim sandım gidemedim...

bak biliyorum Moriarty gelecek bir ay sonra ona da gidemeyecem...

niye böyle oldu Mora... böyle anlaşmamıştık halbüse...

sene-i devriyesi madem, bien de onların tek hüzünlü, en hüzünlü parçasını dinleteyim sana... "-e" nin hikayesi olaydı parçanın adı olurdu, olduramamışların marşı sanki, dinleyince görcen bak...

bi de moriartynin en sevdiğim parçasını dinleteyim sonra,telefonumun müziği olan hani, hüzünlü bırakmayayım seni, az da coşalım dimi... senden tatlı olmasın ne kadar tatlılar görceksin...






moriarty'nin şarkıları aklıma hep red-kiti getiriyo, bunun sebebini araştırdım üşenmedim de biliyon mu. sebebi banjo adlı enstrümanmış. ukulele de olabilir. bu tatlı minik gitarımsılar hem moriarty şarkılarında var, hem de redkitin müziklerinde. bir de elbette mızıka.

yaaa yaaaaa

30 Eylül 2013 Pazartesi

sene-i devriye

Ben özledim ya. 
Bazı insanlara doyamıyorum. Böyle hep gelsinler yanımda dursunlar ya da içimde hiç durmadan çalsınlar gibi. Tekrar tekrar göreyim dinleyeyim gibi. 
Hatta tamam onlar gelmesinler ben gideyim gibi - ve bi türlü gidemedi!




29 Eylül 2013 Pazar

Bakir Efendi

Efendim zamanın ve mekanın birinde şimdi desek de bilmezsiniz, bir oğlan yaşarmış isminden çok namı ile bilinen. Bakir efendi derlemiş de sırrını bilen yokmuş, bir meclise girdiğinde ahali sararmış etrafını anlat, derlermiş “Bakir efendi anlat, çok heyecanlı oluyor, bu bahsi geçen nerenin dilberi?” efendi gözlerini kısıp etrafa bakarmış anlattırmayın bana böyle şeyleri, hem dilber dilber olsa ne çıkar, aşk dediğimiz, iki sözüm ve gözüm ve türlü çiftlik eklerinin oyunundan ibaretse, bu meclise hiç gelmemiştir zaten, bizimkisi gönül eyleme, vakit eyleme…” O böyle dedikçe ahali başlarmış yanı başından “bir gün bakir efendi…”

Gel zaman git zaman hikayeler diz boyunu aşınca, güzel dilberler bizim efendinin muhitlerinde perde arkalarında ahları vahlarına karışmış vaziyette mahvolurken ve güzel oğlanlar nedir bu herifin sırrı, hem kim ola ki bu kadar ketum davrana, varsa bir bildiği söylese de bilelim minvalinde hasetten taharet alırken (tumturaklı laflarını sevdiğim efendi, bak da gör ne yakıştı bu buraya) efendinin dost meclislerindeki keyfi yitmiş, gitmiş. Kimse göremez olmuş onu etrafta, ve başlamışlar yine..” bir gün bakir efendi..”

Her hikayenin başında başka, sonunda başka türlüymüş bakir efendi, muhitler değişse de hikayenin ortasında muhakkak filan yerin en güzel dilberiyle bir tanışmışlığı olurmuş bizim efendinin. Bazısında efkarlı efkarlı cigara içişine vurulurmuş dilberler, bazısında hiç anlaşılmayan tınıda söylediği türkülere, bazısında da mekanı, zamanı, insanı başka türlü gösteren şiirlerine.. Ama ne yalan söyleyelim şiirlerinin okuduğu türkülerden daha çok sevildiği bir hakikatmiş.

Hikayeler almış başını gitmiş, efendi sakalını yaksa dumanı yedi düvelin yedi dilberinin camından içeri, gönlünden içeri girermiş, sormayın şimdi efendi niye sakalını yaksın diye, az biraz tuhafmış işte. Sonra, Efendi düşmek üzre olan bir dilberi tutsa kolundan sanki yol kayarmış da dilberin ayağının altından kendi öylece kalakalırmış. Sonra yine, Efendi bir mecliste otursa sadece dilberler mi delikanlılar da izzeti ikramda kusur etmemek için iki büklüm olurlarmış, ahali başta şöyle bir işkillenmiş “ulan dilberleri anladık da bunlara noluyo” gibisinde bir kaşları havada bir efendiye bir de mevzusu geçen delikanlıya bakarlarmış, sonra sonra anlarlarmış, mevzu, kalbi de kendi gibi temiz efendinin velfecri okuyan gözlerinde değil hoş sohbetindeymiş.

Bakir efendi bakmış olacak gibi değil, demiş “tamam, sorun hadi ben gitmezden evvel sorun da bu mevzu kapansın” Ahali önce bir sessizleşmiş, birbirlerine bakmışlar, yüzlerindeki ne sorsak ifadesi muzip sırıtışlara dönüşünce bizim efendinin kaşı kalkmış yine, hafiften doğrulmuş tam kalkacakken, ahalinin içinden bir toy delikanlının titrek, cılız sesi duyulmuş. Bakir efendi, demiş “ sevdanın hakikati yok mu peki?” Efendinin yere devrilmiş bakışlarında bir “nasip” gülüşü belirmiş; var desem ne olur, yok desem ne olur, demiş “senin az biraz suyun ısınmış delikanlı hadi bi dolaş gel”


Bunca mevzuya neden bu efendinin namının bakir olduğunu soracaksınız şimdi, derler ki hangi kalbe girse, hangi sevmek hikayesine konu olsa, çıktığında hiç sevmemiş hiç sevilmemiş gibi oluverirmiş. Göktürkler buna tanrının lütfu dese de, efendi bu lütuf sayesinde gönlü ferah mekan mekan, muhit muhit gezse de, varmış yine de bir derdi, kimse bilmezmiş.

Ebi'nin Gözleri

            Yalnızca batıdan gelip doğuya hükmeden ve ortadünyayı kendine mesken edinen kadınlara özgü hisli göz rengine sahiptir benim oğlum…
           Batıdan gelmediği gibi doğuya da hükmedemeyen ve ortadünya ile yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir kadına “oğlum” dedim diye oldu bütün bunlar. “Bana bir daha oğlum deme” dedi kadın. “Pardon, dedim memleket nereydi?”
            Bugün anladım ki Ebi, sevmenin ve göz renklerinin sınırı yoktur. Çizilen sınırlar, yalancı coğrafya öğretmenlerinin yalanlarından öte bir şey değildir. Hisli göz renklerinin baktığı coğrafyalarda sınır kavramı ortadan kalkar. Mesafe, alabildiğine yakınlaşır o gözlere. Bir yüzün girebileceği bütün şekiller hisli göz renginin önüne dizilir. Dünya bir anlığına duraklar. Göz rengi bir şekil seçer. Dünya o şeklin etrafında döner. Dünya bu defa, en güzel haliyle döner…
Diyeceğim o ki Ebi, onca gurbet türkülerine, onca mübadele sözleşmelerine, onca göçüp giden hisli göz renklerine ve hatta Sebt günlerinde balığa tövbe etmiş Sabetay Sevi’ye inat; sen benim -batıdan gelip doğuya hükmeden ve ortadünyayı kendine mesken edinen kadınlara özgü hisli göz rengine sahip- ilk ve tek oğlumsun.
            E bi de sonrası var, hep aynı olan: İyilik, güzellik ve hisli göz renklerinin melankolik bakışları…

            

27 Eylül 2013 Cuma

Karbonat Kıvamında Kokoreç

            Karbonat kıvamında kokoreç beynimin kıvrımlarına akıyor, yalan da olsa mutluyum Mora, bu bana yetiyor. Neşe, Dert, Aşk ancak Neşet Ertaş şarkılarına mahsustur Mora. Okkalı votkalardan ve de efkarlı rakılardan elimizi çekip, ceketimizi sığınaklara kitlediğimizden beri, bir sevda türküsüdür tutturmuş nereye olduğunu bilmediğimiz bir yere –ki bu yer kuvvetle muhtemel bir dönem Dimitris’in rakımızı hazırladığı Samos’un tepesidir- o yere kervan sürümekteyizdir Mora. Sen anlamazsın tumturaklı bilmeceli yıldızlı gecelerin yarı alkolik delikanlı bitirim ayaklarını…
            Bir gün, övünmek gibi olmasın Mora, Çakır’ın meyhanesinde demlenerekten ‘gençliğimizin sonbahar yapraklarına ihtiyaç mı var ulan, tez elden binelim birçok gidenin memnun kaldığı sessiz gemiye’ hesabı gazeller okurken çıktı geldi Sadri Baba, ağzında sigarası, gözlerinde “boncuk” edasıyla. Ayıptır söylemesi, inceden bir hüzzam geçti, klarneti bırakıp bir garip hicaza meyletti, hicran yine hicran mı bu aşkın sonu’na bıraktı kendini. Hafiften doğruldu, kaşla göz arasında rakıyı fondipledi, kıstı gözlerini bana baktı. “Ulan mamalak” dedi, “hayat nedir bilir misin?”
            Hey yavrum hey, mamalak kardeşine sorulur mu bu Mora! Ben sevdanın icadından girip aşkın en müjgan hallerine kıvrılan, varoşçul yalnızlığımın erkete aşklarından bahsederekten ve de fena halde demlenerekten nice döktürdüm Nedim’den, Şeyh Galip’ten, Fuzuli’den, Baki’den. “Kes” dedi abim “kes, yok bu şehr içre vasfettiğin dilber koçum” dedi sustu abim.
            Eyvahlarımız vah vahlarımıza karıştı Mora. Nasıl karışmasın, biz turistliği turistin kendisinden öğrendik be Mora. Tabi sen bilmezsin, iki kaşın ortasında hasırdan bir çizgi belirdi mi, nice zamazingolar eşrafa emanet edilerekten volta vakti gelmiş demektir. Ben pabuçlarımı ayaklarıma geçirip kainata isyancıl bir susuş fırlataraktan hangi kapıdan kendimi araklasam da kurtulsam diye etrafı kolaçan ederken gırtlaktan bir ses yükseldi Mora:
            “Hayat demek, ölümü beklemek demektir.”
            “Ulan çakır, bir 70’lik daha, mevzu derin, bu gece içilecek…”
            “Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları filanları göreceğiz.”
            “Ulan çakır, nerde kaldı bizim 70’lik?”
            “Birçok şeyin tadına varacağız sonra da ister istemez gidiyorum elveda şarkısını söyleyeceğiz.”
            “Çakır, 70’lik iptal, 100’lük getir. Az biraz biz de demlenelim…”
            Aldı kadehi eline, cebinden bir cigara çıkardı, bana da uzattı abim. Ve lakin ağzımdaki izmaritin farkına sonradan vardı, “jeton” dedi “kareli mamalak, bakma kusurumuza”. “Kusur varsa ağzımızdaki izmaritindir üstat, asıl sen…”
            “Kes ulan” dedi, kaldırdı kadehi, “Öyleyse kalanın da gidenin de gönlü hoş olsun” dedi.
            Gitti Mora. Karanlıkta karanlığa basmadan yürümeyi biliyor gibi gitti. Aldığı her yarım nefes cigara dumanında intihara meylediyor gibi gitti. Yalnızlık zor, dile kolay be Mora. Ben alnıma bu yazıyı kendi elimle yazdım der gibi, beyhude bekleme giden gelmez yerine der gibi gitti.

            Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun Mora.

26 Eylül 2013 Perşembe

ben ve hepimiz hakkında

sevgili adınısenkoy'un sohbetin duralayan yerlerinde ani çıkışları vardır, kendi iç sıkıntısı ve iç sesleri mütemadiyen devam ettiğinden, dostlar arasında sağı solu dinlerken eğleştiği ve kendini yormaya ara verdiğinden uzun suskunluklara tahammül edemez, kendi iç seslerini bastıracak hararetli bir konu açılsın ister ve heyecanla atılır, "haydi biri hayatının sırrını açıklasın!" bunu öyle bir heyecanla söyler ki hayatlarımızın sırlarını paylaşasımız gelir ammavelakin haftanın 7günü günde en az 5er saatten bir arada olan bizlerin birbirimizin bilmediği bir boku kalmamıştır... güler geçeriz... kimi hadi ben bir sır açıklayayım der maksat ortam şenlensin, uydurur bir şeyler, güler geçeriz, yeni çaylar gelir, çayların yanına kahvenin yanına gelen lokumdan isteriz. birilerinden bir şey isteyeceksek biz hep ebi'yi seçeriz. ebi öyle güzel, öyle tatlı ister ki, mesela sipsi ister sürekli yere düşen sipsilerden biri yerine, ya da hava serinledi diye bize battaniye ister, ben derim ki, cafenin anahtarını getirecek garson, "hanfendi sadece sipsi değil, alın her şey sizin olsun" diyecek...
ben kandırırım mamalak'ı derim bir kere biz ebi ile oturuyorduk bil bakalım noldu, her seferinde kandırsamda onu, her seferinde inanır... vaveyla üşüyordu bir keresinde ebi ona battaniye istedi, battaniye yokmuş ama garson gitti kendi ceketini getirdi. "harbi mi lan" der mamalak, harbi derim. vaveyla da harbi der, yalanı ben başlatırım ama çakal vaveyla planımı anlar ayrıntıya girer... eski çaylar gider, yeni çaylar gelir, köz değişir, lokumlar bittikçe tazelenir...

hayatlarımızın sırrı yok, çok değişik tanışma hikayelerimiz de yok, bizler öğrenciliğin maddi yüküne dayanamayarak burs başvururları yapmış, nihayetinde onca sınavlardan özgeçmişlerden sonra aynı yerden burs kapmayı başarmış bi grup çileli öğrenciyiz.. (mamalak öğrenci değil turisttir onu da belirtmeliyim)

sahaf festivallerinde, imza günlerinde, bir otobüs yolculuğunda, tiyatronun bekleme salonunda tanışmadık. birlikte adalara, modalara gitmedik, biz hep aynı kafeye, aynı kafenin aynı köşesine, aynı sandalyesine oturduk. aynı oyunları oynadık... bu kadar aynı şeyleri yaptık çünkü biz birbirimizden çok başkaydık. hayatımda ilk defa hep aynı kafeye gitmek hep aynı yere aynı insanlarla oturmak istiyorum, çünkü bizde konuşacak şey bitmiyor ve konuşacak şey kalmazsa, biri çıkıp hayatının sırrını açıklıyor, sohbet yine devam ediyor...


tüm mümkünlerin kıyısında

evet mora, şimdi şu anda her şey mümkün işte...

bugünü çok farklı şekillerde geçirebilirim. sonbaharın bu ılık gününde üzerime ince bi battaniye alıp, bi makine kahve yapıp, beş on sigara sarıp L koltuğumun uzun tarafına kurulup tüm günü nicedir ertelediğim kitapları okuyarak geçirebilirim. saatleri ayarlama enstitüsünü bitiririm... nurdan gürbileğin sırası gelmiştir belki, ebi'nin hemencecik okudum çok da sevdim dediği o makaleyi okurum, kaç hafta oldu kim bilir onu gözüme yakın bi yere koyalı... evet evet onu kesin okurum, pinokyonun modern uyarlaması var, hediye geldiği günden beri niyetlendiğim ama daha giriş yazısını dahi okumadığım... lale müldür okurum belki, kaç gündür aklımda bak. sonbahar da gelmişken turgut'u daha fazla ertelemesem iyi olucak, şiir günü yapayım en iyisi bu günü, yanıma alayım bi de resim defterimi boyalarımı, kurumuş yaprak çizerim arada... ayy yoksa sadece resim mi yapsam. hava da nasıl güzel, nasıl ılık, yürüyüş yapsam önce de sonra eve gelip kitap okusam en iyisi. dışarı çıkmışken girmesem aslında, en sevdiğim kafenin en sevdiğim koltuğu boştur belki, kitapları çantama atıp orda okuyayım. biraz kitap okur, ordan sinemaya giderim, filmlere bi bakayım. bizimkiler naptı acaba, onları mı arasam... bu güzel havayı evde geçirmek olmaz, leo'ya desem de nargile mi içsek, gece hamburger yiyelim, pizza mı söylesek eve... terkosa nicedir gitmiyorum, iki üç bişi alsam amma coşarım ha..
sahafları mı dolaşsaydım... yanıma kitap almadan çıkayım, bi kitap seçip alır, kafede de onu okurum... 

sen ne dersin mora, a mı? b mi? c mi? hepsi mi? hiçbiri mi? 

oysa teyzeme gitmeliyim bugün, yapacak işim var. niye böyle oluyor, bir şey yapmak zorunda olunca insan niye yapmak zorunda olduğu şey dışında bir sürü şey yapmak istiyor canı. yarına ertelemek istiyorum, bugün hava çok güzel, bugün hava teyzeme gidemeyecek kadar güzel mora. 

gelecekten gelen not: tüm günü ne yapsam diye düşünerek, oturduğu yerden sadece çişe gitmek suretiyle kalkarak ve arada tavana bakarak geçirdi. teyzesine de gitmedi, mümkünlerin kıyısında ordan oraya savruldu durdu... söyle mora neden böyle oldu?

24 Eylül 2013 Salı

green grass hakkında bişiler

ebi aba ebu'nun çalışmada bize dinlettiği şarkılardan, hani herkesin bu ne bu ne diye sorduğu.. benim cybelle dediğim, mamalak'ın sibel dediğimi sanaraktan kızın niye türkçe söylemediğini sorduğu, ebi eba ebu'nun cybelle ismini harf harf söylemesi falan ve de filan..


ve işte o şarkı hakkında bişiler...

http://benkalendermesrebim.blogspot.com/2013/08/bes-ozanlar-ya-da-gonderdigim-coraplar.html

23 Eylül 2013 Pazartesi

mora cephesinde yeni bir şey yok!?

Nerede bu devlet, nerede bu millet? Yoksa yeni bir blog'a göç başladı da bizim mi haberimiz yok?
Yazın ki, yazarken siz, okurken biz rahatlayalım, dertlerimizden uzaklaşalım, mora'da buluşalım.

17 Eylül 2013 Salı

scarecrow not made for these times





HERKES BİR YETENEK ABİDESİ

Bu akşam canım sıkkın be Mora... 
Aslında bu ara hep sıkkın da buradaki birkaç Mora'lı ve Mora'lı olmayan dostlarım sayesinde gülüp yaşamaya devam edebiliyorum...
Bu nedenle Mora, sana yetenek abidesi insanlardan bahsedip saçmalayayım dedim=) İyi mi ettim kötü mü ettim yazının sonunda belli olacak....

...
Ölümün en ağrını tattım Mora. Annemi canımı kaybettim. Ailesinden biri ölecekse bir insanın anası ya da babası; babası ölsün diyebilecek kadar büyüdüm.. Hamdım,piştim,oldum; Sonrasında hayata devam etmek zorunda olduğuma karar vererek. Ölümü severek, acıyı benimseyerek yaşamaya karar verdim. Kahkalarımla aydınlatırken gündüzü, geceyi gözyaşlarımla karartım. Benim meziyetim bu... Ağlarım hatırıma geldikçe gülüştüklerim diyebiliriz kısaca benim halime....

Neyse neyse diğerlerine geçeyim. Kendimi çok övmeden....

Mora'lı dostum Ebi'nin en önemli yeteneği, güzel gözleriyle ışık tutması hayata. Benim hala umudum var isyan etsem de istediğim kadar dedirtecek kadar sevgi dolu konuşması yok mu, işte o zaman kendime geliyorum ben... 
Bilse ah bilse öyle bir görümcem olsun, sabah akşam musmutlu bir aile olalım isteğimi=)) Ben de gittim en olmayacak şeyi istedim galiba=)

Şimdi Mora'lı olmayan birinden bahsedeyim sana Mora.. O bir duygu yumağı.... Güzel gülüşlü, güzel cümleli, minimicik güzel bir kız=) Cancağımız yeni tanıştık ama hemen kaynaştık. Kalplerimiz aslında bu dostluğu yıllarca aramış da bulamamış sonra bazı Mora'lılar sayesinde birbirini bulmuş iki iyi kalpli insanız biz. (Kendimi de övdüm bu arada çaktırma) Yetenekleri say say bitmez.. Hayatımı düzene sokacağı günü iple çekiyorum. Eve çıkamasak da birlikte, acaba ben ona yakın bir yere mi taşınsam ne yapsam?

Sıra şimdi Mora'lılar da;  o dışarıda erkek sanılan, aslında gülümsemesiyle, stiliyle aramızdaki en seksi kız=) Korkular, bunalımlar bile yakışıyor ona ah bıdığım güzel Leylam, Müzeyyen'im, Canım ciğerim en yeteneklimiz sensin de şımarma diye söylemiyoruz=)

Mora'lı olmayan Mora'yı tanımayan bir güzelden de bahsetmeden geçemeyeceğim. O benim can dostum, bebeğim, benimle ağlayan benimle gülen muhteşem yüreklim..Yeteneğine gelince, o bir insanın geleceğinin umudu.... Yani benim... Melek yüzlüm, akademik kariyerim, proje koordinatörü tarafım... Seni çok seviyorum ben=)

Ah Mora'lı insan... Küçük Bey... Tripli tripli bakmaların yok mu? Ne güldürüyor beni. aynı zamanda çok iyi taklitçisin de ha... Herkesin ilk bakışta uğraşacağı kişi olmak herhalde herkese nasip olacak bir yetenek değil=) Sen kendinin kim olduğunu biliyorsun=)

Mora'lı  olmayıp adını sayamadıklarım, burada anamadıklarım kusura bakmasın bu yazıyı okurlarsa ama son olarak bahsetmem gereken isimler var... Mun.... Bana  evinin kapılarını sonuna kadar açan, ablam, dertdaşım, acı ortağım o. Yeteneklerini anlamışsındır sen Mora uzun uzun anlatmaya gerek yok=)


Ve Sultan'ımız var bir de. O bir Mora'lı.. Kim olduğunu sen tahmin et artık.... Güzel gülüşlü, güzel şiir okuyan , güzel kalpli insan. Seni anmadan olur mu hiç. Ahmet Hamdi Tanpınar deyince aklıma ilk gelecek isimlerden olma mertebesine eriştiğini bilmeni isterim=)

İki can dostum var benim... Erkek kardeşlerim, bazen abilerim. Kahrımı çeken iki ekürü... Arada bir beni kızdırıyorlar ama olsun. Onlar her gün acımı dinleyip çare bulurlar derdime. Farklı düşünsek de ortak nokta bulmaya çalışma çabamız onlarla en önemli yeteneğimiz=))
....

Bunları neden yazdım diye sorma Mora... Neden olduğu belli.... Canım yanarken her gece aklımdan geçen isimler bunlar... yüzümü güldüren, acımı hafifleten... belki de en önemlisi ölümü özlemek yerine ölümü sevmemi sağlayan güzel yürekli insanlar bunlar. Hayatta olduğum sürece her türlü şansızlığa rağmen şanslı taraflarımı bana gösteren canlar Sizi Seviyorum.... Anneciğimin en güzel armağanı kardeşimden sonra yaşama sebebimsiniz bilin ona göre davranın ha sorumluluğunuz çok=)